Paylaş
Önemli ve etkin bir sivil toplum örgütünün başkanı, “Geçen akşam toplantımız geç bitti. Arabama giderken ister istemez tedirgin oldum, bunu daha önce hiç yaşamamıştım” dedi.
Bir diğeri araya girdi; “Bizim iki numara üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Metroya, tramvaya binip geliyordu. Birkaç haftadır ben ya da eşim alıyor. O yüzden bana müsaade” dedi ve toplantıdan erken ayrıldı.
Bu ruh halini tersine çevirmek için sadece devlete değil, hepimize büyük görevler düşüyor.
Biliyorum olaylar üst üste geldi, hepimizi derin bir karamsarlığa sürükledi.
Diyarbakır’da Narin kızımızın katledilmesi gerçekten toplumun sinir uçlarını bozdu. Olayın hala tam olarak aydınlatılmaması da bu travmayı büyüttü.
İki yaşında Sıla bebeğin başına gelenler daha da kötü… İnsan düşündükçe çıldırıyor, öfkeleniyor.
İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’i vahşice öldürdükten sonra intihar eden Semih Çelik ile ilgili haberler de sinirlerimizi bozdu. Ailelerin ifadeleri çıktıkça, hastane raporlarına rağmen bu gençlerin tedavi edilememesi, sokaklara bırakılması da hepimizi etkiledi.
Elbette geçmişte de bizleri etkileyen çok olay var.
Hapsini yazmaya kalksam; sayfalar dolusu olur.
Ama bir gazeteci olarak çoğu aklımda, hafızamda…
Son birkaç gündür yaşadığım bu diyaloglar toplumun bu artan şiddet konusunda gergin, endişeli olduğunu çok net gösteriyor.
Zaten siyasilerden de benzer açıklamalar geldi.
Türkiye’nin birçok konuda olduğu gibi yargı reformunda da hızlı hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ve bu ruh halinden hızlıca kurtulmamız gerekiyor.
Cezasızlık algısını
tersine çevirmeliyiz
ADALET Bakanı Yılmaz Tunç, “Cezasızlık algısını ortadan kaldırmaya yönelik denetimli serbestlik uygulamaları, iyi halin kaldırılıp kaldırılmayacağı konusu, bazı suçlar bakımından denetimli serbestliğin olup olmayacağı konusu tüm bunlar Yargı Reformu Strateji Belgemiz’de sonuca bağlanacak” dedi.
Bu o kadar önemli ki…
Tam da bu…
Cezasızlık algısının hemen, süratle değişmesi gerekir.
Bu algı toplumu çok olumsuz etkiliyor.
“Yapar, ne olacak ki bir şey olmaz” denilmesi ya da “Yapar, bir süre sonra elini kolunu bağlamadan sokaklara döner” algısını mutlaka tersine çevirmemiz gerekir.
Yasal boşlukların mutlaka doldurulması gerekir.
Sadece şiddet değil; birçok konuda, algıda bunları yapmak zorundayız.
Konut fiyatı bizde 8 kat
Avrupa’da yüzde 50 artmış
KONUT sadece Türkiye’nin sorunu değil. Bütün dünyada kiralık ev bulmak büyük bir dert… Artan ev fiyatları da insanların bu hayalinden uzaklaşmasını sağlıyor.
OECD ülkeleri ve Türkiye’nin son 5 yıldaki fiyat artış hızına bakıldığında; Türkiye OECD ortalamasını tam 8’e katlıyor.
Bu normal değil ama fiyatların durmasını kimse beklemiyor.
Hatta faiz indirim sürecine girecek olan Türkiye’de bir süredir yatay giden konut fiyatlarının da artışa geçeceği söyleniyor.
Aslında enflasyon Avrupa’nın da konuştuğu bir konu…
Ama bizde 8 kat artan ev fiyatları bakın Avrupa’da nasıl…
2023 yılının ikinci çeyreğinden bu yana en fazla artış gösteren beş ülke Polonya (17.7), Bulgaristan (15.1), Litvanya (10.4), Hırvatistan (10) ve Macaristan (9.8)...
AB genelinde konut fiyatları aynı dönemde yüzde 2.9 artmış.
Lüksemburg’da eksi 8.3, Fransa’da eksi 4.6, Almanya’da ise eksi 2.6…
Kiracıların ve alıcıların karşılaştığı eğilimlerde bir fark var. Kiralama maliyeti son on beş yılda yavaş ve istikrarlı bir büyüme yaşarken, satın alma maliyeti 2014'ten bu yana yüzde 50'den fazla artmış.
Yani bizim yaşadığımız çok farklı bir tabloyu gösteriyor.
Türkiye’nin yüksek enflasyon sarmalından mutlaka kurtulması gerekir.
Hiç kimse devleti kandırmamalı
ADALET Bakanı Yılmaz Tunç’un yeni reform paketinde mutlaka ev sahibi kiracı ilişkilerini de düzenleyecek adımlar atması gerekir. Pandemiden sonra öyle bir dönem yaşandı ki artan enflasyon ve kira kısıtlamalarıyla birlikte adliyelerdeki dosya sayında patlama yaşandı. Bir kere şunu görmek lazım. Ev sahipleri de en az kiracılar kadar mağdur oldu. Üstelik kiracılar yasal boşluklardan yararlanarak davaları uzatma yoluna gittiler. Örneğin, ‘kira taahhütnamesi’nde kendi imzası olmasına rağmen “Bu imza benim değil” dediler, davanın süresini uzattılar. İmza kendilerinin çıkınca istinafa giderek, “bilirkişi yeniden baksın” dediler. Bilirkişi işini bilmez mi; “Arkadaş imza senin ne itiraz ediyorsun” dediklerinde de “yasal hakkımı kullandım” dediler. Yasal hak, herkesin hakkı… Bu boşluklar dolmalı. Yargının dosya yükü düşmeli. “İmza benim değil” diyen, imzası kendisine ait olduğunda cezasız kalmamalı. Hiç kimse devleti kandırmamalı.
Paylaş