Beyniyle yazıp kalbiyle yaşayan özgür kadın

Haberin Devamı

BUGÜN sizi biraz siyasetten uzaklaştırayım.
Geçen hafta beni en çok düşündüren; www.edebiyathaber.net adlı internet sitesinin Simone de Beauvoir için kullandığı şu yorum oldu.
“Beyniyle yazıp, kalbiyle yaşayan özgür bir kadın...”
Galiba beni en fazla etkileyen insan tipini tarif eden yorumdu.
Düşündüklerini cesaretle söyleyebilen, kimseden çekinmeden yazabilen, konuşabilen ama kalbinin de sesini dinlemeyi ihmal etmeyen insanlar...
Kadın ya da erkek, fark etmiyor.
Sahici olmak beni çok etkiliyor.
O zaman fikirlerin aykırı olmasının, benim düşüncemden farklı olmasının, bana hiç ama hiç uymamasının önemi kalmıyor.
O sahicilik, samimiyeti getiriyor, o sahicilik gerçekleri ortaya koyuyor, o samimiyet bende empati yapmayı zorluyor, o sahicilik sevgiyi öne çıkarıyor.
Kadın ya da erkek gibi bakmanın ne önemi var, insan gibi bakabiliyorsan...

***

Haberin Devamı

Üniversite öncesi eğitimimi iki Fransız okulunda aldım. Fransız edebiyatı her zaman beni çok etkiledi. En az Türk edebiyatı, Türk düşün dünyası kadar... Simone de Beauvoir onlardan biriydi, diğeri de Jean-Paul Sartre’dı.
Dediğim gibi aynı fikirleri savunuyor değilim, ama bazı yazarlar bana ruh dünyamda hep sörf yapmayı başarmışlardır.
Düşünürken sörf yapmak güzeldir.
Sorgulatır, farklı kılar, hayata yeniden bakmanı sağlar.
Ruhun dinlenmesi için de tazelenmesi için de yeni şeyler duymak gerekir.

***

Daha okurken hayatları kesişen ve evlenen bu ikili için hep şu söylenmiştir.
Acaba, Jean-Paul Sartre olmasaydı Simone de Beauvoir olabilir miydi? Simone de Beauvoir olmasaydı Jean-Paul, “Sartre” olabilir miydi?

Beyniyle yazıp kalbiyle yaşayan özgür kadın

Bu soruların cevabını kim verebilir ki?
Ama şu bir gerçek ki, Baeuvoir da Sartre da düşünceleri sorgulatan, bizleri detaylara daha fazla dikkat etmemizi sağlayan, hayatın farklı renklerini öne çıkaran, gösteren insanlar oldular.
Baeuvoir da Sartre da sadece kendi dönemlerinde değil, hala eleştirilen, konuşulan düşünür olmayı başardılar.
“Başardılar” diyorum, çünkü birbiriyle bir hayatı paylaşan ama bir o kadar da farklı olan, bu iki karakter aslında kuramların ortaya çıkmasında, akımların başlamasında da önemli roller üstlendiler.
Örneğin, Beauvoir varoluşçuluk ve Feminist kuramcılarının önde gelen isimleri arasında yer aldı. Roman ve denemelerinde, kadının kendi hayatıyla ilgili kararları kendi başına verebilmesi konusunu ağırlıklı olarak işledi.

***

Haberin Devamı

Bir pazar niye Simone de Beauvoir’dan bahsetmek istedim.
Nedeni şu...
Geçenlerde kitaplarım arasında Beauvoir’ın “Önce Kadın: Efsane ve Gerçek” kitabını buldum. Bu denemesinde erkeklerin kadınları, yanlış havalara, izlenimlere sokan gizemli “diğer”ler olarak gördüğünü iddia ediyordu.
Ve erkeklerin, bu “diğer” olma durumunu, kadınları ve onların problemlerini anlamadıklarına, onlara yardım etmediklerine hatta onlara uyguladıkları baskılara bir neden olarak kullandıklarını iddia ediyordu.
Bu durumun tüm toplumlarda klişeleşmiş bir hal aldığını ve her zaman hiyerarşiyi elinde tutanların güçsüzleri “diğer” olarak tanımladığını ve onları etraflarında dolaşan karanlık gölgeler olarak nitelendirdiğini savunuyordu.
Bu durumun sınıflar arasındaki ilişkilerde, dinsel, ırksal ayrımların mücadelesinde her türlü karşıtlıkta görüldüğünü, ama hiç karşıtlıkta “diğer” nitelendirmesinin ve “diğer”e yaklaşımın kadın - erkek ayrımındaki kadar klişeleşmiş bir hal almadığını, hayatın mevcut düzenine gerekçe olarak gösterilmediğini söylüyordu.

***

Haberin Devamı

Sayfalar arasında sörf yaparken, Türkiye’yi düşündüm.
“Diğerleri” diye başlayıp, “Ötekiler” diye devam eden, “Farklıyım, o yüzden başka türlü düşünüyorum” diye konuşulanların zorlandığı Türkiye’yi...
Bir yandan özgürleri genişletme çabalarını, bir yandan da özgürlükleri bir kafese sokmaya çalışan Türkiye’yi...
Elbette Simone de Beauvoir, kadın – erkek ilişkilerini anlatmak için kullanmıştı.
Ama belki de bugün yaşadıklarımız kafamızda oturmayan, empati kurmadan yaptığımız hataların bir sonucu...

***

Bir kadınla bir erkeğin ilişkisine karşıdan, dışarıdan, üçüncü bir göz gibi yorum yapmak ne kadar zordur bilirim. Çünkü, her ilişkinin bir karakteri vardır, her ilişkinin kendine özgü gerçekleri vardır, her ilişkinin bir başkasından farklı halleri vardır.
O yüzden konuşmak da yorum yapmak da zordur.
Ama “Jean-Paul Sartre olmasaydı Simone de Beauvoir olabilir miydi?” sorusuna şöyle yanıt verebilirim.
Her ilişkinin bir dengesi vardır, olmalıdır.
Sartre olmasaydı Beauvoir olmazdı, ama Beauvoir da olmasıydı Sartre olmazdı. Bunu çok iyi biliyorum.
Beyniyle yazıp, düşünen, kalbiyle yaşayan her özgür insanın önünde saygıyla eğiliyorum.

Haberin Devamı

Beyniyle yazıp kalbiyle yaşayan özgür kadın

Yazarın Tüm Yazıları