Paylaş
Geçenlerde CNN Travel’da ilginç bir yazı okudum.
Tamara Hardingham-Gill imzalı makalede turizmde öne çıkan kentlerin ve ülkelerin aslında bazı gelişmelerden çok da mutlu olmadıkları anlatıyordu.
Örneğin Venedik kanallarına atılan yabancı maddelerin kentin ekolojik özelliklerini bozduğunu, Japonya’da geyşaları sokakta kovalayan turistlerin manşetlerden inmedikleri ifade ediliyordu.
***
Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü’ne (UNWTO) göre geçen yıl 1.4 milyar kişi seyahat etmiş; bu, 2017’ye göre yüzde 6’lık bir artış anlamına geliyor.
Düşük maliyetli havayollarının bu artışta etkili olduğu söyleniyor.
Gerçekten de havayolu trafiği arttıkça, insanlar daha ucuza bilet buldukça turist hareketlerinde de inanılmaz artışlar olmuş.
1950’de seyahat eden kişi sayısı 25 milyonmuş.
1970’lerde 166 milyon olmuş.
Turizmin küresel ekonomideki rolü de sonrasında çok artmış.
2018 yılında toplam 1.3 trilyon euroluk bir turizm ekonomisi olduğu söyleniyor.
UNWTO’ya göre Fransa, dünyada en fazla ziyaret edilen ülke. Ardından İspanya, ABD, Çin ve İtalya geliyor.
***
Tamara Hardingham-Gill, işte birkaç turizm merkezinin kendi popülerliğinin kurbanı olduğunu söylüyor.
Ve şöyle diyor.
“Aşırı turizm, birçok yerliyi Venedik’ten uzaklaştırdı. Birçok İtalyan kentinde benzer şeyler de oldu. İbiza ve Barselona gibi destinasyonlarda da su kıtlığı ve atık kirliliği gibi zararlı etkilerin bir kısmını gidermek için turizm vergisi bile getirildi.”
***
CNN Travel’daki makalenin sonunda “Toksik Turizm” kitabının yazarı Profesör Phaedra C. Pezzullo’nun görüşlerine de yer verilmiş.
Pezzullo “İnsanlar seyahat ettiği sürece, kültürler çarpıştı ve çevre bir bedel ödedi. İnsanlar artık daha uzak mesafedeki yerlere gidebiliyor, erişim kolaylaştı. Evet, bir çok şey eskisi gibi değil ama umut verici işbirliği ve ekolojik restorasyon hikayeleri de var” diyor.
***
Özetle...
Bizim kıyalarımızda tartıştığımız bazı konular bugün dünyanın da gündeminde...
Çeşme, Bodrum, Marmaris gibi turizmin gözbebeği yerler eski günlerini arıyor.
Ama Pezzullo’nın da dediği gibi ders çıkarıp hikayelerini güzelleştirenler de var.
Bakalım bizler neler yapabileceğiz?
Kuşadası’na da bir manifesto şart
Birkaç gün önce Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran’ın bir “Çeşme, Alaçatı manifestosu” hazırladığını yazmıştım. Bu manifestoyu elbette kendisi yapmıyor. Sivil toplum örgütlerine danışıyor, dünya turizminde öne çıkmış bazı yerlerdeki uygulamalara bakıyor.
Herkesi memnun etmese de mutlaka daha iyi uygulamaların geleceğini düşünüyorum.
Elbette bunlar ilkeler, uyulması istenen prensipler...
Ama bunları mutlaka yapmamız gerekiyor.
İlk bölümde de yazdığım gibi çok turist iyi turizm demek değil her zaman...
İnsanların gittiklerinde keyif aldıkları, anılarını tazeledikleri yerler olmalı.
Ve elbette yeni hikayelerle evlerine dönmeliler.
Geçen hafta sonu Kuşadası’ndaydım.
Çocukluğumun geçtiği Ada’da, Kadınlar Denizi’nde uzun yürüyüşler yaptım.
Eskiden olduğu gibi sokaklarda kayboldum, yeniden deniz kenarına çıktım.
Ve sahilde çocukluk anılarımı tazeledim.
Söylemem gereken bir şey var.
Kıyılarımızı mahvetmişiz; sadece Kuşadası’nı değil, bütün sahillerimiz böyle...
Beton yığınına çevirmişiz, yürüyecek yer bile bırakmamışız.
Şu “Alaçatı manifestosu” diyoruz ya; bence Turizm Bakanlığı konuya bir el atsa da bu manifesto bütün kıyılarımızda uygulansa...
Bir yanlış çok yanlışı yarattı
Kuşadası Belediye Başkanı Ömer Günel, bazı şeyleri değiştirmek ve ilçenin yeniden turizmde öne çıkması istiyor.
Bunun için de bazı planları var.
Aslında eski günlere dönmek çok zor değil.
Turizmin başladığı yerdir Kuşadası; geçmişin yanlışları da ortada...
Bir kere imara aykırı bütün yapılar yıkılmalı.
İmar barışıyla ilgili kafa karışıklığı var biliyorum.
Bunun için çevre müdürlükleri de bir arayış içinde.
Tekrar ediyorum; imara aykırı, o çevreye zarar veren bütün yapılar gözden geçirilmeli.
Bana göre Kuşadası’nın ikinci büyük problemi; konut alanları içinde açılmış işletmelere izin verilmiş olması.
Bu bütün düzeni değiştirdi, Kuşadası’ndan kaçışı hızlandırdı.
Örneğin Kadınlar Denizi...
Restoran, bar, kafe olan yerler bizim çocukluğumuzda evdi.
Bir yere izin verilmesi herşeyi değiştirdi.
Şimdi ne restoranlar mutlu, ne oturanlar...
Başkan Ömer Günel; kendi manifestosunu mutlaka yazmalı.
Hareketli bir kışa hazır olun
Yaz bitti, sonbahar geldi; siyasetin dili yine sertleşmeye başladı. Bir de sınırdaki hareketlilik üzerine eklendi. Trump’un sabah başka, akşam başka atılan twett’leri... Kışa girerken siyasetin gündemi daha da yoğunlaşır. Türkiye herşeye rağmen ekonomiyi konuşmayı bırakmamalı. Sınırlarımızdaki olaylar ne olursa olsun; ekonomiyi siyasetten daha fazla konuşmalıyız.
Paylaş