Paylaş
Hepsini okuyorum.
Aşağı yukarı benzer sözlerle “Neden aşı olmadıklarını” anlatıyorlar.
Çoğu “10 – 15 yıl sonra neler olacağını göreceksiniz” diyor.
15 yıl sonrasını bilemem elbette ama bilimsel araştırmaların sonuçlarını okudukça aşılara olan inancım daha da artıyor.
Bu kısır döngüden başka çıkış yolu önermiyorlar.
Sadece uzakta, ileri bir tarihte olabilecekleri söylüyorlar.
Ki;
Güvenilir araştırmalar aşı karşıtlarının tezlerini bir bir çürütüyor.
Yani kafalarındaki soru işaretlerinin cevaplarını almak için 15 yıla ihtiyaçları yok.
Bakın Avrupa’nın birçok yerinde vaka sayıları artınca tedbirler gelmeye başladı.
Avusturya sokağa çıkma yasağını genişletmeye karar verdi. Böyle bir önlem alan ilk AB ülkesi oldu.
Avusturya aşılamayı zorunlu kılan ilk ülke de oldu ve bir milat koydu; 1 Şubat’tan itibaren aşısız kimsenin kalmasını istemiyor.
Şansölye Alexander Schallenberg, “Gerçeğin yüzüne bakmalıyız” dedi ve dördüncü dalgayı kontrol altına almak için buna mecbur olduklarını söyledi.
Doğruyu söylemek gerekirse ben de beşinci dalgayı yaşamak istemiyorum.
Çocuklarımızın okullarından uzak kalmalarını istemediğim gibi, günlük hayatımın kısıtlanmasını da istemiyorum.
Çünkü hayat durunca her şey bitiyor.
Ekonomi sıkıntıya giriyor, sosyal hayat bitiyor, günlük ev halimiz bile değişiyor.
Bilim Kurulu daha iyi bilir ama Türkiye’de de bazı önlemlerin alınmasında fayda görüyorum.
Singapur’dan örnek
almamız gerekenler var
EURONEWS’te Singapur ile ilgili ilginç bir yazı okudum.
Aslında bizim gibi büyükşehirleri yönetenlerin okuması gereken bir yazı. Singapur’a birkaç kez gittim. Bu küçük ada ülkesi ya da şehri için “Doğayı kentsel yaşamla nasıl harmanlayacağını öğrenen şehir” diyorlar.
Ve bir kavram kullanıyorlar.
Biyofilik...
Bio yaşam, philia arkadaşça demek; doğa ve doğal dünya sevgisi anlamına geliyor. Biyofilik Şehirler örgütleniyor, ortak hedefler koyuyorlar.
Kentsel yaşamın bir unsuru olarak doğa ile günlük temasın önemini biliyorlar; şehirlerin küresel doğayı, insanlar için ortak yaşam alanlarını korumak için etik sorumlulukları kabul ediyorlar.
Singapur 2013’ten beri Biyofilik Şehirler’in üyesi.
Peki bunu nasıl yapmışlar?
Sadece 700 kilometrekarelik bir alanı kaplayan, ancak 5.7 milyondan fazla insana ev sahipliği yapan Singapur, gezegendeki en yoğun nüfuslu ikinci ülke konumunda.
O yüzden Singapur kentsel yaşamın doğayla nasıl kusursuz bir şekilde harmanlanacağını öğreten olağanüstü bir ders kabul ediliyor.
Ki;
Ormanlarının yüzde 90’ı, yerli kuş türlerinin yüzde 67’si ve memelilerinin yüzde 40’ı şehrin hızlı büyümesine yenik düşmüş bir Singapur’dan bahsediyoruz.
Bunun farkına varınca ülkeyi bir bahçe şehrine dönüştürmek ve arazileri doğal rezerv olarak kullanmak için planlar yapılmış.
Bu arada 1996’da gezegendeki en yüksek emisyon seviyelerinden birine sahip, yani hava kirliliği normal değerlerin çok üzerinde olan bir Singapur varken bunlar yapılmış.
1990’ların başında Singapur Yeşil Planı kurulmuş.
Hava ve iklim değişikliği, su ve temiz toprak, doğa ve halk sağlığı gibi üç konuya odaklanılmış.
Eğitimler başlamış, bilinçlendirme kampanyaları, altyapıdaki değişiklikler yapılmış. İnşaat şirketleri, mülk sahipleri çatı bahçeleri ve dikey fabrika duvarları kurmaya teşvik edilmiş.
Biz birçok şeyi iyi yaptık, ama kentlerimize iyi bakmadık.
Bugün Singapur gerçekten de örnek bir şehir.
Ve bize çok şey anlatıyor.
Paylaş