Paylaş
Edith Piaff’ın “Sous le ciel de Paris”sini ezbere bilirdik, yine “La vie en rose”unu...
Şarkıda dendiği gibi gençlik dönemlerimizde hayat pembeydi, hatta pespembe... Benim için bugün de öyle...
Doğrusunu söylemek gerekirse; bugün kendimi iflah olmaz bir iyimser olarak tanımlıyorsam, okuduklarımın, dinlediklerimin, seyrettiklerimin büyük etkisi oldu.
Jane Birkin ve Serge Gainsbour’un “Je t’aime” yani “Seni seviyorum” şarkısı hepimizin klasiğiydi.
Herkes gibi ben de Fransızca’nın bir aşk dili olduğunu düşündüm hep.
18’lerinde “Seni seviyorum” demenin en çok Fransızca’ya yakıştığını düşünüyordum.
Hala öyle, ama Türkçe’nin zenginliğini keşfettikçe, aşk üzerine yazılan şiiirleri okudukça, besteleri dinledikçe anlıyorum ki...
Türkçe de bir aşk dili... Hem de en güçlülerinden...
Enrico Macias’ın “Zingarella”sını, “La Guitare”ını, “Solenzara”sını, “Le Femme De Mon Ami”sini hangimiz bilmiyoruz.
Ben öylesine çok dinlemişim ki, bugün bile ezberimde.
Fransızca şarkılar bana hep hayaller kurdurdu, güzel şeyler düşündürdü.
Yine birçok Fransız yazar gibi...
Albert Camus örneğin...
Bizim kuşağın tartışmasız en önemli romanı “Yabancı”ydı.
“Yabancı” hepimize gençliğimizi, yaşadıklarımızı, yaşayacaklarımızı sorgulamamıza neden oldu.
Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık hep yan yanaydı.
Camus tercihi yarattığı kahramanlara bırakmıştı.
Hayatta olduğu gibi...
Camus de yaşamın anlamsızlığını yok edecek tek şeyin aşk olduğuna inanıyordu.
Bir romanındaki şu cümleyi hiç unutmadım.
“Aşk tek kişiliktir...”
Camus; platonik aşkları mı tercih etmişti, aşık olduklarından karşılık bulamamış mıydı, yoksa aşk böyle bir şey miydi?
Yani tek kişilik miydi?
Belki de Enrico Macias’ın dediği gibi “Aşk eski bir yalan”dı.
***
Geçenlerde yine beni çok etkileyen şarkıların bestecisi Charles Aznavour’un bir röportajını okudum.
Ermeni asıllı sanatçı Aznavour’a aslında herkes gibi ben de kızıyordum.
Son dönemde Ermeni iddialarının arkasına takılmış; geçmişteki ılımlı mesajlarını terk etmişti.
Aznavour’un Türk yazar Nedim Gürsel’le Fransa’nın Saint Louis kentinde düzenlenen kitap fuarında bir araya geldiklerinde söylediği şu sözler; ünlü müzisyenin şarkılarını yeniden dinlemeye başlamama vesile oldu.
“Kesin olan bir şey var: Annemle babamın modern Türkiye’yi küçümseyip kötülediğine hiç tanık olmadım; bize hiçbir zaman Türk halkına karşı kin aşılamadılar. Tam tersine, Türkiye’nin güzel bir ülke, kadınlarının çok alımlı, mutfağının Ortadoğu’nun en iyi mutfağı olduğunu ve temelde bu halkla aramızda birçok benzerlik bulunduğunu söylediklerini işitmişimdir hep.”
Fransız besteci annesinin ve babasının “Türk” olduğunu her fırsatta dile getiriyordu.
***
Charles Aznavour’un, Paris Match dergisine verdiği röportaj aslında bir itiraftı.
En güzel aşk şarkılarını yazan Charles Aznavour şöyle diyordu:
“Hayatım boyunca hep çalıştım. Ben ciddi bir adamım. Hiç çılgınlık yapmadım. Utangaçlığıyla mücadele etmeye çalışan sıkılgan bir adamdım. Aşk adamı değildim. 50 yıldır aynı kadınla yaşıyorum. Aşk benim için önemli olmadı. Dünyanın en güzel kadınıyla çıkmak yerine, yarım kalan bir işimi bitirmeyi tercih ederim. Kadınlar için pek çok kusuru olan bir erkeğim. Çok çalışan bir adam, hiç yanınızda değildir. Ben yalnız bir insanım. Çok konuşkan da değilimdir. Eksiklerimin farkındayım ve susmayı tercih ederim.”
Aşkı tarif etmek mi kolay, aşkı yaşamak mı?
Herkesin dilinden düşmeyen aşk şarkıları yazmak mı, yoksa tutkulu bir aşkın peşinden koşmak mı?
Acaba bu aşk sözcüklerini yan yana getirenler; yoksa iyi birer aşık olamıyorlar mı?
Bilemedim...
Paylaş