Cevdet İnci kendi sektöründe önemli işlere imza etmiş biriydi.
Bir gazeteci olarak kendisinden hep çok faydalandım.
Sakin, soğukkanlı, öngörülü kararları olan biriydi.
Türkiye’yi, İzmir’i çok severdi.
Aile bağlarına çok değer verir; şirketlerine de yansıtırdı.
Mütevazi ama iddialı bir kişiydi.
Sahneyle seyirci arasında ‘diyalog’ zannedilir. Oysa sahneyle ‘demokrasi’ arasında görünmeyen bir bağ vardır.
Tarih boyunca bu böyle olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Ben siyasetçilerin yerinde olsam daha çok tiyatroya gider, özel tiyatroları desteklerdim.
Çünkü sahne güçlü demokrasiye giden yolda en önemli araçlardan biridir.
Sorgulayan, özeleştiri ve ileriye dönük planlar yapan her demokrasinin sanatla beslenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Son dönemde ve özellikle yerel seçimlerden sonra şehir tiyatroları konusu yeniden gündeme geldi. Özellikle büyükşehir belediyelerinde şehir tiyatroları olsun mu, olmasın mı tartışmaları yaşandı.
Güngör Uras’ın hayatı boyunca çok yakınında olan küçük bir grup salondaydı.
Eşi Nuran Uras, geceyi başlatan bir konuşma yaptı.
Gecenin mimarı ve yakın dostu Şeref Özgencil sesi titreyerek konuştu.
Ve sonra anılar başladı.
Güngör Uras’ı anlatan hikayeler...
Konuşan herkes en az 40 yıllık arkadaşı, dostuydu. Sadece iş hayatında değil; özel anlarında da hep yanındaydılar.
Çünkü işe gidiş ya da dönüş saatlerine denk geldiğinde; neredeyse yarısı kadar bir süreyi İstanbul içinde harcıyorsunuz.
Ben her iki gidişimde de saatleri iyi kullandım ve beklediğimden daha hızlı istediğim yere gitmiş oldum.
Türk ekonomisi açısından İzmir ve İstanbul çok önemli kentler...
Her iki kent de Türkiye’nin yükünü taşıyan adreslerden...
O yüzden iki kent arasındaki bağlar ne kadar kuvvetli olursa, geleceğimiz için o kadar iyi olur.
Birkaç defa yazdım.
İki kent arasındaki direkt seferler uzun yıllardır rekor kırıyor.
1935’te “Türkiye Kızılay Cemiyeti”, 1947’de de “Türkiye Kızılay Derneği” adını alıyor.
Doğal afetlerde Kızılay vardır, uluslararası yardım faaliyetlerinde, ilkyardım ve kanla ilgili tüm hizmetlerde hep Kızılay vardır.
Aslında sokağa çıkıp sorsanız çoğu insan kanla ilgili faaliyetlerini söyler.
Oysa Kızılay hayatımızın tam içindedir.
Geçenlerde Türk Kızılayı Konak Şube Başkanı Ömür Şanlı’yla sohbet ediyorduk.
Ömür’ü uzun yıllardır tanıyorum.
Bizim protokol sevdamız gerçekten zor bitecek gibi gözüküyor. Hadi oturma düzenini anlıyorum; herkes önlerde oturmak, bulunmak, görünmek istiyor.
Bazıları haklı da olabilir.
Ama şu konuşma meselesini nasıl halledebiliriz bilemiyorum.
“Sayın...” diye başlayıp; birkaç dakika devam eden protokol sayımından sonra o konuşmacıya inanın çok çok az süre kalıyor.
Bir sonraki konuşmacı da aynı sıralamayı izliyor. Ona da kuş kadar zaman kalıyor.
Bir sonrakine de...
Dünya artık dijital bir döneme girdi. Türkiye’nin önünde bu alanda fırsatlar olduğunu düşünüyorum.
Dünkü toplantının açılış konuşmasını Eski TBMM Başkanı ve AK Parti İzmir Milletvekili Binali Yıldırım yaptı.
Yıldırım, son ABD seyahatinde Silikon Vadisi’ni ziyaret ettiğini ve orada bulunan Türk gençleriyle bir araya geldiğini söyledi.
“Elbette içimde bir burukluk oldu, keşke bu gençlerimiz Türkiye’de olsalardı” dedi.
Ben de bu konuda bazen kendimi ikna etmek zorunda kalıyorum.
Sonra da “Türkiye bu imkanları sağlayıncaya kadar gençlerimiz orada staj yapıyor” diyerek kendimi avutuyorum.
Nüvit mimardı ve bir yolculuğa çıkıyordu.
“Bizimle birlikte olur musun?” diye sordu.
“Olurum” dedim.
“Konu çocuklarımızsa, gençlerimizse her yerde olurum” diye cevap verdim.
Anadolu Otizm Vakfı’na girişim işte bu telefonla oldu.
Otizmle ilgili elbette bilgim vardı ama otizmli çocukları olan ailelere destek vermeyi kendime bir görev kabul ettim.