Ersin Faralyalı aradı; “Yatağan’a gidiyoruz” dedi.
Gazeteciliğe başladığım ilk günlerde Ersin abinin çok desteğini görmüştüm.
Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı, sonra TOBB Başkanı olarak epey mesaimiz olmuştu.
Enerji Bakanı olur olmaz da; Yatağan’a gitmek istedi.
Giderken de bir grup gazeteciyi yanına aldı.
Yatağan Termik Santrali gündemde olan bir konuydu.
Dedi ki;
“Çeşme’yi 12 ay yaşanan bir yer haline getireceğim. Herkesle konuşup bir Çeşme manifestosu hazırlayacağız. Gürültü meselesini ortadan kaldıracağız. Çeşme’yi sanatla, kültürle, turizmle, eğitimle anılır hale getireceğiz...”
Herkes gibi ben de bu fikre destek veriyorum.
Ve elbette izliyorum.
Başkan Oran, geçenlerde Alaçatı’nın önemli işletmeleriyle bir araya geldi.
Aklındaki Alaçatı’yı anlattı, dünyadan örnekler verdi.
Türkiye’nin demokrasisine, ekonomisine, sosyal hayatına katkı veren birçok kurum var. TÜSİAD elbette bunların en başında geliyor. ESİAD öyle, TÜRKONFED öyle... Bir de kendi tematik alanlarına sadık kalıp olağanüstü işler yapanlar var.
Onlardan biri de Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği...
Şimdi derneğin başında bir İzmirli var.
Feyyaz Ünal...
Kurumsal yönetim yapısının sağlam temellere oturtulmasının tek tek şirketlere değil, tüm Türkiye’ye büyük faydası olduğunu söylüyorlar.
Ben de bunu çok destekliyorum.
Örneğin İzmir’deki o karanlık el duvara “Defol Alevi” yazınca içimden dedim ki;
Bu tam bir provokasyon, dikkate bile almamak lazım.
Ama içimden gelen başka bir ses de şöyle dedi.
Abartmayalım ama kim yapmışsa da bulup gerekli yasal işlemleri başlatmalıyız.
Toplumun her kesimin çok sağduyulu açıklamalar geldi.
Ben Türk insanının bu sağduyusuna hep güveniyorum.
Nergis İstasyonu’na gelirken, vagonlar durmuş.
“Bir intihar vakası var” denmiş.
Birkaç dakika geçince homurdanmalar başlanmış.
“Geç kaldık” diyenler, “İntihar edecek başka yer bulamadı mı” diyenler olmuş.
Arkadaşım “Elimi, dişimi sıkmaktan eve gittiğimde bitap düşmüştüm” diyor.
Konuşanlara cevap vermemek için kendini zor tutmuş; sonra da patlamış.
Aslında bu hepimize iyi geldi.
Yorulmuştuk.
Meydanların dili sertti, kullanılan üslup da sertti.
Yaz günleri siyasetsiz geçince bize hayatın diğer alanları kaldı.
Bu durumun böyle gitmeyeceği belliydi.
Okullar açıldı, herkes günlük işlerine daldı ve elbette Meclis açıldı, salı konuşmaları başladı.
Normaldir; Türkiye’nin en eski ve ana muhalefet partisinde yaşananlar herkesi ilgilendirir.
Yıllarca iletişim fakültelerinde dersler verdim.
Şimdi iş tempomdan dolayı gidemiyorum.
Ama devam ediyor olsaydım; bu haftanın konusu CHP’de yaşananlar olurdu.
Biliyorsunuz medya artık sadece gazetelerden oluşmuyor.
Benim gazeteciliğe başladığım dönemde sadece yazılı medya, TRT’nin yeni renkli yayına dönmüş bir kanalı, birkaç da radyo vardı.
Ama şimdi öyle mi?
İnsan bazen danışmak, paylaşmak, fikir almak istiyor; bazen de dertleşmek... Elbette çok yakınınızdakiler bir telefon kadar size yakındır ama hayata başka pencereden bakabilen, deneyimlerini, yaşadıklarını size aktarabilen insanların da olmasını istersiniz.
Sadece kritik kararlarda değil; hayatın akışında da bu insanların bir sözüne bile ihtiyaç duyabilirsiniz.
***
Ben öyle geleneği olan bir okulda okudum; Saint Joseph’te...
O yıllarda yaşam koçluğu ya da mentor sözleri daha lügatımıza girmemişti ama “hayat rehberliği” sözünü hep hatırlatırlardı.
Ben de okurken, mezun olduktan sonra, iş hayatıma başlarken, merdivenleri tırmanırken ya da inerken, kafamı kurcalayan olaylar arttıkça, ikilemlerim fazlalaşınca, hayal kırıklıklarım veya beni sevindiren olaylar oldukça hep o insanların yanında buldum kendimi...
Yani bana hayat rehberliği yapan insanların yanında...