Düne kadar direndiğimiz, olmaz dediğimiz ve uzlaşmaya yanaşmadığımız birçok konuda bir araya geleceğiz, konuşacağız, çözümler üreteceğiz.
Dünyada birçok ülke çok daha sert önlemler aldı. Salgının ilk günlerinde sokağa çıkma yasağı koyanlar da oldu, kısmi tedbirler koyarak alternatif üretenler de...
Ben Türkiye’nin ekonomiyi durdurmadan yaptığı kısıtlamaları destekledim.
Sanayinin çarklarını bir kere durdurduğunuz zaman düğmeye basmak çok da kolay olmuyor.
Bakıyorum; limanlar çalışıyor.
Ben yerelliği birçok açıdan önemsiyorum. Bir kere demokrasinin güçlendirilmesi açısından sivil toplum örgütlerine bundan sonra çok önemli roller düşecek.
Sivil toplum daha katılımcı olmalı; bir anlamda sivil toplum da sivilleşmeli.
Ve toplumsal meselelerde inisiyatif almalıdır.
Bu açıdan İzmir’in ayrı bir şansı var.
Demokrasi tecrübesi ve gücünü sivil toplumdan alan bir kenttir İzmir...
Gençler, kadınlar hayatın içindedir.
Örneğin Çekya’da insanlar, yapı marketlerde, bisiklet mağazalarında alışveriş yapabilecek, tenis oynayıp havuzlarda yüzebilecek. Avusturya; Paskalya’dan sonra küçük dükkanların açılmasına izin verecek.
Danimarka’da bu hafta anaokulları ve okullar yeniden açılacak. Norveç’te de anaokullarının gelecek hafta açılması bekleniyor.
Bunları duyunca biraz umutlandım.
İtalya’da, İspanya’da ve Fransa’da ölümler devam ediyor ama vaka sayıları bir düşüşü işaret ediyor.
Salgından en fazla etkilenen ülke herhalde ABD olacak.
Gerçi daha uzun, daha farklı bir konser bekliyordum ama olsun yine de Andrea Bocelli’yi her koşulda ve şartta dinlerim.
Bocelli şarkılarını söylerken; en sevdiğim başkentlerden görüntüler ekrana yansıdı.
Paris, Londra, Roma...
Ve ben o an İzmir’i, İstanbul’u da düşündüm.
Sokaklar boştu, kimsecikler yoktu.
Paris’te aylarım geçmişti. Hayatımı şekillendiren anılarla ayrıldım hep Paris’ten...
“Koronavirüs bir deney olarak başlamadıysa bile artık bir deney haline gelmiştir!”
Birçok kurgu, senaryo var.
En çok duyduğumuz ise virüsün bir laboratuvarda hazırlanıp yayıldığına dair...
Bir de çok önceden filmlerle hazırlanmış, egzersiz edilmiş senaryolar...
Ben kurgulara oldum olası inanmam.
Şirketler, kurumlar aslında halkla ilişkileri, iletişim stratejilerini, genel anlamıyla itibar yönetimini kriz anlarında düşünüyor.
Bir şeyler ters gitmeye başladığında alelacele bir şeyler yapmaya çalışılıyor.
Medyada yer alacak birkaç iyi haberle bu dönemin geçirileceği, sonrasında her şeyin kaldığı yerden devam edeceği düşünülüyor.
Algıyı yönetmek keşke bu kadar basit olsa, birkaç haberle her şey hallolsa...
Oysa işin aslı böyle değil.
Geçenlerde bizim Saint Joseph grubunda Hong Kong’da yaşayan bir Fransız vatandaşının çektiği video konuşuluyordu.
8 yıldır Hong Kong’da yaşayan bu Fransız vatandaşı korona salgınının başladığı ilk günden düne kadar hiçbir işletmenin kapanmadığını, hayatın devam ettiğini, insanların işlerine gittiğini söylüyordu.
Ben de girip internetten biraz araştırma yaptım.
Gerçekten de rakamlar videoda konuşan kişiyi doğruluyordu.
Gündelik hayattan paylaşılan bazı videolar da bizim izlediğimiz videoya bire bir uyum gösteriyordu.
Peki Hong Kong bunu nasıl başarmıştı.
Yılmaz’ın ses tonundan moralinin nasıl olduğunu anlarım.
Aslında her zaman moral veren bir yapısı vardır. Çünkü planlıdır, hep birkaç yıl sonrasını düşünür, günlük gelişmelere takılmaz.
Yine öyleydi.
Sabah evden çıkmış, şantiyeleri dolaşmış, inşaatlar devam ediyormuş.
Yani durmamışlar.
“Verdiğimiz sözler var, yerine getirmemiz lazım” dedi.