Bazen insanın boğazına bir düğüm takılıyor, sonra da “Boşver, muhatabım bile olamaz” deyip başka işlere dalıyorum.
Ama insanın onuruna, gururuna dokunmuyor değil.
Tabii bizler hemen her gün benzer yorumlar, yaklaşımlarla karşılaşınca alışıyoruz.
Bir süre sonra takmamaya başlıyoruz.
En azından ben öyle yapıyorum.
Gülüp geçiyorum artık...
Birkaç gündür yazılarımda STK’ların birbirine benzediğini, aynı amaçlarla ve hedeflerle toplandığını, ayrışmadıklarını yazıyorum.
Gözlemliyorum, bir çoğunda üye kayıpları var...
Ve çoğunlukla da bu kayıpları farklı nedenlere bağlıyorlar.
Yani, STK yönetimleri de işin kolaycılığına kaçıyor.
İçerik, yönetim, gelişim sorunlarını üyelerin sıkılmasına bağlayıp kendilerine bakmıyorlar.
Aklıma itibar yönetiminin duayeni Salim Kadıbeşegil’in “Bir Sivil Toplum Kuruluşu’nun itibar kaybına sebep olabilecek 12 neden” başlıklı yazısı geldi.
Ben çok daha geniş bir alanda bunun etkili olacağını düşünüyorum.
Örneğin iş hayatımızda köklü değişikliklere hazırlıklı olmak lazım.
İş yapma biçimlerimiz, kullanılan metotlar ve birçok şeyin değiştiğini yaşayarak görüyoruz.
Daha da yenilikler olacak çünkü teknoloji buna imkan veriyor.
Peki ekonomi?
Yükselen sektörler var; örneğin teknoloji şirketleri, perakende sektörü...
En son “Vaka sayısını azaltmakta yeterince hızlı değiliz” dedi.
Bir noktadan sonra devletlerin yapabilecekleri şeyler sınırlı. Önemli olan vatandaşların tedbirleri dikkate alarak dikkat etmesi.
Ama durum gösteriyor ki; salgının birinci aşaması devam ediyor.
Ki;
İstanbul ve Ankara’da salgının başından bu yana en düşük vaka sayısına inilmiş durumda.
Bu normal çünkü yazlıkları olanlar büyük şehirlerden ayrılmaya başladı.
Bu soruya “Evet...” diyenler var.
Çok eğlendiklerini, zaman kaybetmeden, evlerinden bu etkinlikleri izleyerek mutlu olduklarını söylüyorlar.
Yakın çevremde de böyle düşünenler var.
Arabaya bin, kilometrelerce git, park yeri ara, sonra sırada bekle, otur, konseri izle ve sonra yine kilometrelerce yol yapıp eve dön...
Demek ki bu koşuşturma bazılarına zor geliyormuş.
Pandemi sürecinde ev kaldığımızda, salonumuzdan ya da çalışma odamızdan bir tuşa basıp konseri, söyleşiyi izlemek daha kolay geliyormuş.
Kuyruklara ve kalabalığa inanamadım; tapu sırası bekleyen yüzlerce vatandaşımız…
Bu hareketlilik sevindirici elbette…
Bütün dünya dramatik bir çöküş yaşadı, Türkiye de bundan nasibini aldı.
Ekonomiler durunca, hepimiz evlere kapanınca ortaya karamsar bir tablo çıkmıştı.
O durgunluktan sonra gördüğüm bu manzara beni umutlandırdı.
Ege kıyıları yaz aylarında düğünlerden geçilmezdi.
Ve çok iyi biliyorum; son yıllarda birçok yabancı Bodrum, Çeşme, Marmaris sahillerine gelip evleniyorlardı.
Gelinlik ve damatlıkta İzmir’in dünyanın ikinci önemli moda merkezi haline gelmesi de boşuna değil.
Gerçekten de bu sektör bizim için çok önemliydi.
Pandemi bu alışkanlıkları, organizasyonları da etkiledi.
O görkemli, bir senaryoyla zenginleştirilmiş, sabaha kadar devam eden eğlenceler yok artık...
Aslında iyi de oldu.
İnsan zora girmeden hareket etmiyor.
Uzaklarda yaşayan birçok dostum bu salgın sırasında paniğe kapıldı.
Ailelerinden uzaktaydılar ve uçağa binip gelemiyorlardı.
Bazılarına bizler gittik, günlük ihtiyaçlarını karşıladık.
Bazıları kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalıştı ama çok zorlandılar.