Tamam evlere kapandık, sıkıldık.
Yazın getirdiği rehavetle, havaların sıcak olmasıyla, dışarıda vakit geçirmeye başlayınca kendimize olan güvenimiz arttı.
Ama hatırlatayım.
Kovid 19’da her şey bitmedi.
Ve üzülerek söylüyorum.
Avrupa ikinci dalga haberlerini birkaç gün önce geçti bile...
1992 yılında dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar Çanakkale’ye gelir.
Çanakkaleliler kaçırılan Troya hazinelerinin Türkiye’ye iade edilmesi için hukuki sürecin başlatılması taleplerini içeren 10 bin imzalı bir dosya verir. Bakanla yapılan görüşmede o dönemin Kazı Başkanı Prof. Dr. Manfred Korfmann da vardır. Korfmann talebi destekler ve hazinelerin sergileneceği bir müzenin Çanakkale’ye çok yakışacağını söyler.
O günden sonra Çanakkalelilerin gündemi Troya Müzesi olur.
Benim Çanakkale olan tutkumu herkes bilir.
Müzenin yapılması için yıllar içinde birçok kez yazdım.
Konuyu hep sıcak tuttuk.
Hatırlıyorum Cumhurbaşkanı Erdoğan her 18 Mart’ta Çanakkale’ye geldiğinde Çanakkaleliler şehrin öncelikli taleplerini içeren dosya verdiklerinde; ilk sırada ulaşım, ikinci sırada da Troya Müzesi yazılırdı.
Başka meslektaşlarım da yazdı; yine de tekrarlamak istedim.
Leyla Figen...
Müthiş bir insandı, iyi bir sivil toplum örgütçüydü, hayatı çok sevenlerdendi ve Alaçatı aşığıydı.
Bizim de uzun yıllardır tanıdığımız, sevdiğimiz, akıl danıştığımız Şevki Figen’in eşiydi.
Hikaye şöyledir;
Altı aya kadar uzanan sıralar var. İkinci el fiyatları ise sıfırlar shoowlarda olmadığı için ciddi şekilde yükselmiş durumda.
İnşaatta da öyle...
Stokların eridiği anlaşılıyor; birçok projede ev kalmadığını biliyorum.
Bütün bunlar ekonomimiz için önemli gelişmeler…
Ben Türkiye’nin dinamik yapısına çok güveniyorum.
Ama dünyadan bağımsız olmadığımızı da her fırsatta hatırlatıyorum.
Mustafa Erdem de o isimlerden biriydi.
Saint Joseph’ten sınıf arkadaşım Hande’nin babasıydı.
Gazeteciliğe başladığım gün yanına ilk gittiğim insanlardandı.
Rekmar’ı 1946 yılında kurmuştu.
Reklam dünyasının en renkli isimlerindendi, bir bilgeydi.
Unutmadığım sözleri vardı.
Halkından hiç kopmayan, dostlarını hiç unutmayan, tanımadıklarını bile kucaklayan biriydi.
Siyaseti sadece bağlı olduğu parti için değil; tüm Türkiye için yapardı.
Bazen aykırı bir ses olmaktan çekinmezdi.
Doğruya doğru, yanlışa yanlış derdi.
Örneğin telefonu 24 saat açıktı; gecenin bir vaktinde hızır gibi yetişirdi.
Öyle telefonla filan değil; kalkar gelirdi.
Bu lezzet tutkum, beni bazen kilometrelerce uzaktaki bir esnaf lokantasına da götürebilir, bazen de Michelin yıldızlı bir şefi takip etmek için uçağa binip ülke değiştirmeme de neden olabilir.
Yemek için yaşayanlardan değilim, ama kendime göre uzun bir lezzet yolculuğum var.
Bu yemekleri yiyebilmek için de daha çok hareket ediyor, daha çok spor yapıyor ve bir gün yiyorsam iki gün çok az yemeyi tercih ediyorum.
Ve daha çok da tadıyorum...
Benim gibi düşünen, yaşayan çok insan olduğunu da biliyorum.
Bir süredir Ege kıyılarının gastronomide yükseldiğini yazıyorum.
Kiminle konuşsam, bu vahşi olayı konuşuyor.
Ama biliyoruz ki, şiddet artıyor, mobbing vakaları artıyor, gençlere ve çocuklara yönelik tacizlerin sayısında da büyük artış var.
Türkiye, 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” veya diğer adıyla “İstanbul Sözleşmesi”ni 2012’de ilk imzalayan oldu ve diğer ülkelere öncülük etti.
Son olaylardan sonra bu sözleşmenin geri çekilip çekilmeyeceği tartışılıyor.