Paylaş
Geceyi siz düşünün...
Basel, Zürih, Bern üçgeninde kalan Interlaken’in sokakları Birleşmiş Milletler gibiydi.
Kimisi kayak yapmaya gelmişlerdi, kimisi toplantılara...
Interlaken’i çok duymuştum, ama kayak yapmayı bilmediğim için aklımın ucundan bile buraya gelmeyi düşünmemiştim.
20 bin kişinin yaşadığı bu küçük kasabaya ilk girdiğimde yüksek karlı dağlar dikkatimi çekti.
Interlaken, o dağların arasına sıkışıp kalmıştı.
Dev çam ormanları karla birlikte bir tabloya dönüşmüştü.
Belli ki, birkaç gün önce lapa lapa kar yağmıştı.
Sokaklar o soğuğa rağmen doluydu.
Bazıları yürüyüş yapıyordu, bazıları köpeğini gezdiriyordu, bazıları da etrafı keşfetme turuna çıkmıştı.
Her zamanki gibi bavullarımı otele bırakır bırakmaz, ilk iş olarak küçük bir keşfetme turuna çıktım.
Mağazaları dolaştım, dar sokaklarda kayboldum.
Kendime göre bir harita çıkardım kafamda...
Interlaken’e gelenlerin çoğunun amacı Jungfrau’ya çıkmak, yani Avrupa’nın en yüksek noktasına ulaşmaktı.
Biz ise, bazı meslektaşlarımızla buluşup biraz laflayacak, biraz da fikir cimnastiği yapacaktık.
Vakit kalır, fırsat bulursak da Jungfrau’nun tepelerini görecektik.
Elbette, kayak yaparak değil, kayak yapanları seyrederek...
Şunu söyleyeyim.
Eğer kış sporlarına meraklıysanız, kayak yapmayı seviyorsanız, trekkinge meraklıysanız şu kadarını söyleyeyim.
Interlaken’den iyisi yok.
Bunu ben değil, işin uzmanları söylüyor.
Neden mi bunları anlatıyorum?
Açıklayayım...
Interlaken’in nüfusu dediğim gibi sadece 20 bin...
Ama bu kasabının her gün misafir ettiği kişi sayısı en az 20 bin... Yani nüfusu kadar...
En az diyorum, çünkü tatil dönemlerinde bu sayının 50 bini geçtiği söyleniyor.
Yani dağlar arasında kalmış, göllerle çevrelenmiş bu kasabaya gelen turist sayısı İzmir’e gelenlerden çok daha fazla...
İzmir’in nüfusu dört milyona yaklaşıyor.
Gelen turist sayısı da 1 milyon civarında, bunun da yarısından fazlası kruvaziyer gemileriyle geliyor.
Yani birkaç saatliğine kente uğruyor.
İşte size turizmde marka olmuş küçük bir yerin, yarattığı çekim gücü...
Bir kez daha anladım ki
- Dünya küçük bir kasabaya dönmüş. Tunus’taki Yasemin devrimi, Mısır’daki gelişmeler, Türkiye’de yaşananlar, herhangi bir coğrafyadaki olay anında cep telefonunuzda, IPad’inizde, internetinizin bir tuş ucunda ya da televizyonda... Aynı anda, canlı ve bazen de yaşanabilecekleri önceden haber vererek...
- Facebook, twitter gibi siteler çoktan sosyalleşme aracı olmaktan çıkmış, artık kişisel pazarlamanın, satış yöntemlerinin ve bilgi aktarılmasının önemli araçları haline gelmiş. Yani biz habercilerin rakipleri her geçen gün artıyor.
- İnsanlar IPad’lerine alışmışlar, twitter ve facebook’a atılan mesajlar günlük hayatın olmazsa olmazları haline gelmiş.
- Artık insanlar konuşma yaparken, twitter’da, facebook’ta anlık mesajlar atarak bu ağda beraber hareket ettiği kişilerin görüşlerini alarak bir tavır belirliyor. Kısacası, tüketim alışkanlıklarını da izleyebilmek, değerlendirmek hem zorlaşıyor, hem de yeni stratejiler gerektiriyor.
- Herkes dünyanın büyük problemleriyle ilgilenirken, bir yandan da yaşadığı yerle ilgili haber almak istiyor. Yani bir yandan küreselleşme, bir yandan yerelleşme yaşanıyor. Bu da bölgesel haberciliğin daha da yükseleceğini gösteriyor.
Türkiye için övgü aldık
BAZEN Türkiye’den uzaklaşınca, ama ülkemizi yakından izleyenlerle konuştukça insan moral buluyor. Belli ki, son ekonomik kriz dünyayı çok sarsmış durumda...
Konuştuğum Alman dostlar, kendi hallerinden hiç de memnun değil. Fransızlar da öyle, hatta İsviçreliler de...
Avrupa’da yaşamak giderek daha zorlaşıyor, herkes eski günleri çok arıyor.
Ama dikkatle izledikleri bir ülke var.
O da Türkiye...
Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinin ve bulunduğu stratejik durumun ülkeyi daha da güçlendireceğine inanıyorlar.
Benim de inancım tam ama...
Bu övgüleri yapanların Ergenekon’dan, Balyoz’dan, yargının şikayetlerinden haberleri yok.
Yani, biz içinde yaşarken bazen gündemiyle çok yorulduğumuz bir Türkiye var, dışarıdan da bakıldığında yükselen bir ülke...
Paylaş