Paylaş
10-15 yıl öncesinde kimse Çin hakkında fazla bir şey bilmiyordu. Tiananmen Meydanı’ndaki faciayı hatırlıyordu çoğumuz. Komünist bir ülkeydi. Bir de çok kalabalık bir nüfusu vardı. O kadar… Ama birden pazarlarımızda Çin malları zuhur edip, dünya limanlarına ambarları ağzına kadar tanesi birkaç sente mal edilmiş jeanler, tişörtler, oyuncaklar, süs eşyaları dolu Çin bandıralı gemiler yanaşmaya başlayınca, herkes gibi biz de gözümüzü o ülkeye çevirdik. O sıralar Deng’in imparatorluğunun son günleriydi. Çin piyasaya girdikçe hakkında bildiklerimiz de artmaya başladı. Onu daha iyi tartar ve etkilerini anlar hale geldik.
Şimdi ise artık bu hızlı büyüme sonrası arazların da birer birer ortaya çıktığı bir dönem yaşıyoruz. Ve Çin’i biraz daha iyi tanıyoruz. Ama hala bildiklerimiz gerçeğin çok ufak bir kısmı. Mesela daha nüfusun bile tam anlamıyla kaç olduğunu bilmiyoruz. Yabancılara açık bölgeler dışında ülkede yıllardır hiçbir yabancının ayak basmadığı bölgeler var.
Çin hakkında şu anda aklıma gelenleri sıralıyorum:
Bir kere, Çin artık oyunu kuralıyla oynaması için küresel bazda baskı altında. Her alanda üstelik. (En akılda kalıcı örneği verelim. Çin ihracat avantajı aratmak için içerde ve dışarıda iki farklı kur uyguluyor ve tabii ki ihracat kuru daha düşük. Ve bu kurun en fazla aşağı-yukarı yüzde 0,3’ük bir bant içinde oynamasına izin veriyor. Dünyanın geri kalanı ise kurun bir an önce serbest bırakılmasını ve değerine piyasanın karar vermesini istiyor.) Bu tabloya bir de ülkenin kendi içindeki hoşnutsuzlukları ve Çin’in siyasi ihtiraslarını da eklememiz gerekecek. İşin insani ve ekolojik boyutu ise bir başka kanayan yara. Yani Çin aslında büyük bir sıkıntı kaynağı ve biz daha en kötüsünü görmedik.
Çin ekonomisi artık dünya ekonomisinin gidişine yön veren aktörlerden biri. Bu kadar büyük bir aktörün üstelik sadece son 10 yıl içinde dünya ekonomisini bu kadar etkiler hale gelmesi, onu herkes için ciddiye alınması gereken bir rakip haline getiriyor.
Çünkü sınırları esnek bile olsa az çok belli olan bir piyasaya elinde çok ucuza sattığı her çeşit mal ve yine her alanda her çeşit ihtiyacı olan yeni bir oyuncunun gelmesi rekabetin bir anda artması anlamına geliyor. Pastadan, hem de oldukça kallavi, bir dilim azalmış oluyor herkes için…
Düşük maliyetler nedeniyle Çin tam bir yabancı sermaye cenneti. Her yıl 50-60 milyar dolar arasında bir yabancı sermaye çekiyor. Bunun önemli bir kısmını Tayvan, Singapur, Japonya vs bölge ülkeleri oluşturuyor ama batılı sermayenin payı da azımsanacak gibi değil. Bu ülkeler arasında da ABD, İngiltere, Almanya gibi batının sanayi devlerinin yer aldığını hatırlatalım. Bugün aklınıza gelen hemen her uluslararası şirket Çin’de yatırım yapmış durumda. Sadece reel ekonomi alanında değil sermaye piyasaları anlamında da ciddi sıcak para çekebiliyor Çin piyasaları. Bu da diğer gelişmekte olan ülkelere gidebilecek potansiyel sermayenin her yıl bir kara delik tarafından yutulması anlamına geliyor.
Hammadde ve petrol ihtiyacı korkunç seviyelerde. Bu durum ekonomik aktiviteyi canlandırır gibi görünmekle beraber, aslında kilitleyen bir yapıya da sahip. Ki 2005 bir yandan da böyle bir yıl oldu. Örneğin demir-çelik ve petrol alanında Çin’in büyük miktarlardaki alımları nedeniyle bir çok ülkenin ihtiyacı tam karşılanamadı. Bu da ciddi küresel sonuçları olmasa da lokal olarak büyük ekonomik sıkıntılar doğurdu ve bu sıkıntılar da ciddi bir nüfusu etkiledi. Ama asıl önemlisi arzın talebi karşılayamaması ve küresel siyasi dengelerdeki gerginlik nedeniyle metal ve petrol fiyatları dudak uçuklatan seviyelere ulaştı. Bu talep nedeniyle geçen yıl petrol fiyatları yüzde 34, bakır fiyatları ise yüzde 37 oranında arttı. Ama Çin ekonomisi de bu nedenle ciddi bir enflasyon baskısı altına girdi. Bir nevi kendi ayağına da kurşun sıkmış oldu.. Ayrıntılara birazdan bakacağız.
Biraz gerilere gidelim şimdi. Çin’in son 30 yılını hızla bir gözden geçirelim.
Çin’in ekonomik atılımının ve bir yabancı sermaye cenneti haline gelmesinin baş kahramanı 90’lı yılların sonunda hayata gözlerini kapayan Deng Xiao Ping... Mao’nun yakın çalışma arkadaşlarından olan, defalarca gözden düşen, Dörtlü Çete davası çerçevesinde hapis yatan ama üstün siyasi yeteneği ve insanları etkileme gücü sayesinde küllerinden doğup yeniden Çin’in başına geçen Deng kısa sürede ülkenin kaderini değiştirmeyi başardı.
Deng’in hayatı 70’li yıllarda Japonya’ya yaptığı bir gezi ile değişti. Japonya’daki endüstri imparatorluğunun büyüsüne kapılan Deng ülkesine döner dönmez kolları sıvadı. Deng en büyük başarıyı serbest bölgeler stratejisiyle sağladı. Yatırım yapan yabancı şirketlere arazi tahsis etti, bedava altyapı hizmeti sağladı. İnanılmaz vergi istisnaları getirdi. Modern sermaye piyasasını kurdu. Örneğin bugün Çin’in en büyük sanayi merkezlerinden biri olan Shenzen Eyaleti baştan başa Deng’in kurduğu bir kenttir. İlk serbest bölge denemesinin yapıldığı bu ıssız arazi bugün dünyanın en büyük kentlerini aratmayan bir zenginliğe ev sahipliği yapıyor. Shenzen’de gökdelenler birbiri üzerinde yükseliyor.
İşin bir de öbür tarafı vardır ya…
Çin’de işin öbür tarafına baktığımızda ise inanılmaz bir yoksulluk ve açlık görülüyor. Korkunç boyutlardaki sanayi hamlesi nedeniyle Çin’in kendi ülkesi ve dünya ekolojisine verdiği zarar binlerce yıl onarılamayacak cinste. Ülkenin yüzde 20’si çöl ve bu oran büyük bir hızla artıyor. İklim değişiklikleri ve hava kirliliği ülkeyi ciddi biçimde etkiler hale geldi. Ülkede hala çok baskıcı bir yönetim var. En küçük demokratikleşme talepleri bile şiddet kullanılarak bastırılıyor. Göstermelik birkaç hareketin dışında Çin Komünist Partisi’nin baskısı hala Çin’de büyük terör estiriyor. İnsan hakları yok. İşçi hakları yok… Çocuk işçiler var ama, binlerce…. Dünyanın en sağlıksız çalışma koşulları var. Kısacası sermaye sahibi olmayanlar için bir çeşit kölelik var… Her yerde olduğu gibi, ama onlarda çok daha ağır…
Ayda bir Çin’deki bir maden göçüğünde birkaç yüz işçinin birden öldüğü haberi artık dünya için de bizim için de normal haberler haline geldi. Ya da Sarı nehir taştığında binlerce insanın ölmesi, yüz binlerce insanın evsiz kalması haberleri.
Bugünkü Çin’in gelişim sürecine aslında Deng’in iki sözü ilham veriyor. Birincisi rejim tartışmasını sona erdiren ve bugünkü Çin’in idelolojik yapılanmasını tanımlayan sözü:
“Kedinin siyah ya da beyaz olması fark etmez. Önemli olan fare yakalamasıdır.”
İkincisi ise ekonomi-politiğe yaklaşımını tanımlayan sözü:
“Zengin olmak ayıp değildir.”
Dün Çin Başbakanı Wen Jiabo Parlamento’ya yaptığı sunumda Çin ekonomisinde bu yıl belirli bir yavaşlama planladıklarını, bu nedenle yıllık büyüme hızını yüzde 8 olarak öngördüklerini ve bu çerçevede kentsel alanlardaki altyapı yatırımlarını azaltıp daha çok kırsal bölge kalkınmasına önem vereceklerini açıkladı. Wen buna ek olarak demir-çelik endüstrisinde olduğu gibi bazı alanlardaki kısıtlamaların ve çiftçilere uygulanan vergi istisnalarının devam ettirileceğini bu sayede de bu yıl daha az borçlanma ihtiyacı duyulacağını belirtti. “Ekonomik kontroller gevşetilemez” dedi Wen, “ekonomik gelişmede istikrarı sürdürmek hükümetimizin en başta gelen görevidir.”
Tipik bir Çin Komünist Partisi Başbakanı konuşması ama ayrıntılarda çok fazla şey gizli.
Çin geçen yıl üst üste sürdürdüğü yüksek hızlı büyüme oranları serisine yüzde 9.5 ile rekor bir seviyeyi de ekledi. Bu büyüme oranı, küresel ekonomideki büyüme oranının da yukarı çektiği gibi petrol ve hammadde fiyatlarını da yükseltti. Ama Çin ekonomisi de bundan ciddi zarar gördü ve kontrol altına alınmaya çalışılan enflasyon yüzde 5.3 ile zirve yaptı. Wen, hükümetin bu yılki enflasyon hedefini yüzde 4 olarak açıkladı. Şimdi bu rakamı tutturabilmesi için büyümeden feragat edilmesi gerekiyor. Bir de tabii ki 800 milyonluk kırsal nüfus ile kentli nüfus arasındaki uçurum seviyesindeki gelir farkının kapatılması da gerekiyor. Ama bu pek kolay bir iş değil. Geçen yıl kırsal bölgelerde kişi başına düşen gelir kabaca yüzde 6,8 artarak 355 dolar oldu. Buna karşılık kentsel bölgelerde kişi başına düşen gelir geçen yıl yüzde 7.7 oranında artarak 1200 doların üzerine çıktı. Yukarda Wen’in sözlerini aktarırken çiftçilere vergi istisnalarının süreceğini belirttik. Ayrıca bütçeden önemli miktarda bir kaynak ağırlıklı olarak kırsal kesime ayrılacak. Bu da geleneksel tarımın ortadan kaldırılarak yerine modern ekolojik sistemler kurulması ve kırsal bölgeye yollar yapılması için kullanılacak. “Kırsal bölgelerle kentsel bölgeler ile eyaletler arasıdaki gelişmişlik farkı ve toplumsal kesimlerin gelirleri arasındaki fark çok fazla. Bu istikrarsızlığın en önemli unsurudur”. Böyle diyor Wen dünkü konuşmasında…
Çin’in büyümesi büyük ölçüde kentsel altyapı yatırımlarından kaynaklanıyor. Kendine has bir Keynesçilik sözkonusu. Wen konuşmasında bu yatırımların azaltılacağını ve yerine kırsal bölgelere ağırlık verileceğini söylüyor ama oran konusunda bir açıklaması yok. Çin’in geçen yıl fabrika, yol gibi altyapı yatırımlarına harcadığı para bir önceki yıla göre yüzde 25,8 artmıştı. Bu yine az bir rakam çünkü yılın ilk çeyreğindeki artış oranı yüzde 43 olmuştu. 2005 yılı için hükümetin altyapı yatırımlarındaki artış oranının ise yüzde 16’ya indirilebileceği konuşuluyor. Yavaşlama yok. Sadece artış hızı biraz daha az. Yani yine geçen yıl gördüğümüz hammadde sıkıntılarıyla karşılaşmaya devam edeceğiz. Wen devam ediyor “Bu çok ciddi bir düşüştür. Bu nedenle inşaat sektöründe işini kaybedenler olabilir. Ama hükümetin fazla yatırım ve fazla kapasiteyi konusundaki kararlılığını göstermesi açısından çok önemli bir karardır.”
Bu arada kentli nüfus da harcamaya pek meraklı değil. Ülkede tüketimin çok düşük kalmasından yakınıyor hükümet. Bu nedenle de yakında yeni vergi indirimleriyle tüketimi körüklemeyi planladıklarını açıklıyor Wen.
Ama hükümet yatırımları tek başına ülkedeki işsizlik sorunun çözmüyor. Bu yüzden de Wen, hükümetin yüzünü özel sektöre döndüğünü, tüketici harcamalarının artması sayesinde ekonominin iş bekleyen milyonlarca üniversite mezunu, kalifiye işçi, tarım işçisi ve atıl durumdaki kamu işçisine işe sağlayacak kadar sağlıklı büyüyeceğini söylüyor. Bu yılki planları ise kentlerde 9 milyon yeni istihdam yaratmak. Ama bu 9 milyon yeni iş bile bugün yüzde 4,2 olan kentli nüfustaki işsizlik oranının yılsonunda en iyi tahminle yüzde 4,6’ya çıkmasını engellemeyecek. Bu tahmini bizzat Başbakan Wen yapıyor üstelik.
Ve Çin’in bütçesi… Hükümet bu yıl harcamaları yüzde 13.7 oranında artırarak 390 milyar dolara çıkartmayı planlıyor.
Çin bugün Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmak istiyor. Ama bu oyunun içine girebilmesi için rakipleri oyunun kuralıyla oynaması konusunda ısrarcı. Tayvan ile arasındaki ihtilaf hala çözülmedi. Çin’in silahlanma isteği dünyada tedirginlik yaratıyor. Ama hepsinden daha önemlisi milyarlık nüfusu ile Çin’de insanlar hergün biraz daha fazla özgürlük istiyor. Belki de en büyük risk de burada yatıyor.
Paylaş