Paylaş
“AB üyesi olamazsınız. Çünkü Siz Avrupalı değilsiniz. Başka bir kültür dünyasına aitsiniz. Zaten Avrupa da sizi istemiyor. Ama alınan karar sonrası da bunu açıkça söylemiyor. Siz en iyisi İslam dünyasının liderliğine soyunun.”
Bu açıklamalar Fransa’da Pazar günü yapılacak olan AB anayasası referandumu ve Almanya’daki SPD yerel seçim yenilgisi sonrası geldiği için en net tanımla “içimize oturdu”. Birden bizi bir türlü görmek istemediğimiz gerçeklerle karşı karşıya bıraktı.
Huntington’ın “İslam dünyasının liderliğini yapın” önerisinin altı boş bir öneri olmadığını söylemek gerek. Türkiye bunu yapabilecek yetenek, bilgi ve birikime sahip bir ülke. Ama Hintington’un kastı bu değil aslında. ABD yönetimindeki yeni muhafazakarların gayri resmi ideologlarından biri olan Huntington, bu söylemi ile Türkiye’yi Bush’un Geniş Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olmaya ikna etmeye çalışıyor.
Huntington’ın Türkiye’nin Avrupalı olmadığını ve tamamen farklı bir kültür dünyasından geldiğini iddia etmesi ya bilgisizliğinden ya da yukarda bahsettiğimiz projeye Türkiye’yi dahil etme konusundaki engellenemez isteğinden kaynaklanıyor olsa gerek.
Huntington Osmanlı’nın 500 yıl süreyle Avrupa’nın en büyük devleti olduğunu unutuyor. Unutmayıp “Osmanlı Avrupa’da işgalci bir yabancı güçtü ve İslam medeniyeti her zaman Avrupa’nın yabancısıdır” diyorsa o zaman bilim tarihini bilmiyor ya da gözardı ediyor. Avrupa’nın yere göğe sığdıramadığımız aydınlanmasısının yani Rönesans’ın arkasında 9. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar bilim ve sanatın bayraktarlığını yapan İslam medeniyetinin bulunduğunu unutuyor, Türkiye’nin bugün yeterince uygulayamıyor olsa da çağdaş laik uygarlığın dünya üzerindeki ilk örneklerinden biri olduğunu görmezden geliyor.
AB’nin Türkiye’ye yönelik hislerine tercüman olduğu için Fransızlar Huntington’a minnet duymuştur şüphesiz. Hristiyan Demokratların lideri Angela Merkel’in de benzer hisler içinde olduğunu tahmin etmek zor değil.
Dün de söyledik; Türkiye’nin önünde zor bir süreç var. Avrupa’da yükselen milliyetçi dalga, kıtanın ekonomik sıkıntıları, AB’nin kendi iç yapılanması ile ilgili sıkıntılar gündemden düşecek gibi değil. Avrupa’nın bu sorunları örtmek için Türkiye’yi mazaret olarak kullandığını bilmeyen kalmadı..
Türkiye 3 Ekim’de müzakerelere başlayacak. Bu durumun Almanya’da Merkel’in ya da Frahsa’da Sarkozy’nin tek baına çabaları ile değişmesi imkansız. Türkiye’yi hukuken bağlayan tek şey var o da Katılım Ortaklığı belgesindeki hukuki ve ekonomik kriterler. Bunları yerine getirdiğimiz sürece Türkiye’nin üyeliği engellenemez.
Ama tabii işler sadece böyle yürümüyor. Ermeni soykırımı iddiaları, Kürt sorunu, Azınlıklar sorunu, yeni yeni hortlayan Pontus sorunu... İşte asıl bunlar sorun olacak. Bu süreci de ancak hükümetin kararlılığı ile aşabiliriz.
Yatırımcılar açısından ise işin şu yüzü unutulmasın. Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili kararı siyasiler değil büyük sermaye verecek.
Daha önce bir Avrupalı bir danışmanlık ve belgeleme şirketinin tepe yöneticisinin Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili şu sözlerini aktarmıştım:
“Din, siyaset filan önemli değil. Önemli olan maliyet. Şu an Türkiye pahalı. Ucuzlayınca olur”
Satın almalar başladı. Türkiye bu yıl doğrudan yabancı sermaye Avrupalı devler Türkiye’de harıl harıl satın alacak şirket arıyor. Yani fiyat artık Avrupa sermayesini memnun edecek seviyeye geldi.
Hem zaten hep önemli olan üyelik değil, çaten onunu için daha 15 yıl var. Önemli olan sürecin işlemesi demiyor muyduk? İşte süreç yürüyor.
Paylaş