Paylaş
Geride bıraktığımız iki aylık süre içinde Türkiye piyasalarının ana gündemi bu savaşın Türkiye için maliyetinin neler olacağı ve bu zararın nasıl karşılanacağı meselesiydi. Ama bu işin bir de başka bir yönü söz konusu. Bu savaşın dünyadaki ekonomik dengeleri, bizim de göbekten bağlı olduğumuz küresel sistemi, örneğin petrol fiyatlarını nasıl etkileyeceği de en az Türkiye’nin alacağı yardım kadar, hatta belki daha da önemli.
Bu savaşın zaten ciddi bir sıkıntı içinde olan dünya ekonomisine etkilerinin ne olacağı konusunda tahmin yapmak, önceden kestirilemeyecek belirsizlikler çok fazla olduğu için, oldukça zor. Ama yine de herkes tarafından düşünülmesi gereken bir husus. O nedenle biraz yardım alarak bu konu üzerinde bir şeyler karalamak gerektiği kanaatindeyim. The Economist’in son sayısında savaşın ekonomik riskleri üzerine özel bir rapor yayımlandı. Bu raporu temel alarak ve Türkiye ile ilgili bazı konuları da eklediğim bu yazıyı 3 bölüm halinde dikkatinize sunuyorum.
PETROL FİYATLARI
Şu anki duruma baktığımızda petrol fiyatlarının halihazırda son iki yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumda olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin de kullandığı Brent türü ham petrolün varil fiyatı 34 dolar seviyelerine kadar çıktı, ki bu seviye geçen yıla kıyasla neredeyse yüzde 45’ik bir artışı ifade ediyor. Ama yine de bu artış 1991 Körfez Savaşı dönemindeki artışın altında kalan bir seviye. Petrol fiyatı reel olarak bakıldığında 1980’lerin başındaki seviyelerinin yarısının bile altında.
Genel beklenti savaşın başlamasıyla birlikte fiyatların hızla düşeceği yönünde. Körfez Savaşı sırasında kara harekatı ile birlikte 40 dolarlı seviyelerden 20 dolarlara gerilemişti. İyimserler Irak halkı ile birlikte Irak petrolü’nün de “özgürleşmesi” ile beklenen düşüşün daha kısa bir sürede gerçekleşeceğini belirtiyor. Tabi aynı iyimserler Iraklıların 1991’deki yaptıklarını yapmayacaklarını, yani kendi kuyularını ve hatta belki komşularının kuyularını sabote etmeyeceklerini umuyor.
Ama burada petrol fiyatının 20 dolarlara kadar düşeceğine örnek gösterilen 1991 dönemi doğru bir örnek mi sorusunu sormamız lazım. Savaş kısa ve başarılı olsa bile petrol fiyatları bu kez o kadar hızlı düşmeyebilir çünkü bu kez petrolün yükselişinde Irak’taki sıkıntıların dışında etkenler de var. Başta da Venezüella’daki iktidar değişikliği ve rafineri grevleri...
ABD’nin kendi eliyle hazırladığı grevler ülkenin petrol üretimini neredeyse bir ay boyunca sekteye uğrattı ve petrol üreticisi ülke dışardan petrol ithal etmek zorunda kaldı. Şu an grevler sona ermiş durumda ama yine de Venezüella’nın petrol rezervlerinin üçte ikisini bu yıl sonuna kadar faaliyete geçiremeyeceği belirtiliyor.
Bu arada iklimsel şartları da hesaba katmak gerekiyor. Kuzey yarıkürede çok soğuk geçen kış koşulları bu yıl petrol talebini de patlattı. Bu sebeple örneğin ABD’nin petrol stokları 1975 yılından bu yana en düşük seviyesine gerilemiş bulunuyor. Ve yine 1991’de böyle bir sorun yoktu ve stoklar alarm vermeyen seviyelerdeydi.
OPEC’in petrol üretiminde çıkabileceği seviye da başka sıkıntı. Körfez savaşı döneminde OPEC’in günlük üretimdeki kapasite boşluğu günlük 6 milyon varil seviyesindeydi. Oysa bugün bu boş kapasite sadece günlük 2 milyon varil seviyesinde. Yani OPEC istese bile talebi karşılayacak üretimi gerçekleştirebilecek kapasitede değil. Tüm bu veriler dikkate alınarak Goldmann Sachs tarafından yapılan bir araştırma gelecek 12 ay boyunca petrol fiyatlarının ortalama 27 dolar seviyesinin altına inemeyeceğini gösteriyor.
Petrol fiyatlarının neden bu kadar önemli olduğuna gelince... Gelişmiş ülkeler, her ne kadar harcadıkları dolar başına aldıkları petrol miktarını 1970’lere kıyasla yüzde 50 oranında artırmış olsalar da, petrol fiyatları ekonomileri üzerinde hala büyük bir etkiye sahip. IMF’nin yaptığı bir araştırmaya göre yıllık bazda petrol fiyatlarındaki 10 dolarlık bir artış dünyanın ekonomik büyümesini binde 6 oranında düşürücü bir etkiye sahip. Tabii ki tüm bu hesaplamalar sadece birincil etkiyi yani fiyat etkisini hesaba katıyor. Bu etkinin ardından ikincil etkinin, yani tüketici güveni, sermaye piyasalarındaki düşüş ve tabii ki para ve bütçe politikalarında değişikliklerin geleceğini de hesaba katmak zorundayız.
İNATLA GÖRÜLMEYENLER
Şu ana kadar saydığımız tüm veriler gerçekleşse bile yine de bir çok ekonomist ABD ekonomisinin yeni bir durgunluğa girmesi için beklenenden çok daha uzun bir savaş süreci, petrol fiyatlarında çok daha ciddi bir artış ve en azından yüzde 20’lik bir borsa düşüşü gerektiğini belirtiyorlar. Ama geçtiğimiz dönemlerde de ekonomistlerin inatla petrol şoklarının etkisini küçümsediklerini görmüştük.
Son 30 yıllık döneme baktığımızda petrol fiyatlarının dört nedenle fırladığını gördük:
1- 1973 OPEC ambargosu
2- 1979 İran İslam Devrimi
3- 1990 Irak’ın Kuveyt’i işgali
4- 1999-2000 dünya ekonomisindeki genişlemeye paralel OPEC’in üretim kesintileri
Her dört olayda da petrol fiyatları neredeyse üç kart artarak küresel bir resesyon sürecini başlatıyordu.
Yüksek petrol fiyatlarının ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisi kendini iki şekilde gösteriyor:
1- Artış adeta bir vergi etkisi yaratarak, örneğin şirketlerin herhangi bir ürününün fiyatını doğrudan artırıyor. Eğer talep yeterli derecede artmasa şirket üretimini azaltıp fiyatını artırmak zorunda kalıyor.
2- Artış, gelirin petrol ithal eden ülkelerden üreticilere akmasını ve ithalatçı ülkelerde harcamaların kısılmasına yol açıyor. Bu durum da toplam arz ve toplam talep eğrilerinde geri dönüşlerin yaşanmasına neden oluyor. Üretim düşüyor, ama enflasyon artıyor ve buna merkez bankalarının vereceği tepki belirsiz kalıyor.
Bu durumda merkez bankalarının enflasyonun önünü kesmek için faiz artışına mı gideceği, yoksa üretimi artırmak için faiz indirimi mi yapacağı tamamen ekonominin o anki durumuna bağlı. Geride kalan dört petrol şoku ekonomilerin genişlemede, dolayısıyla da enflasyon tehdidi altında olduğu dönemlere rastladı. Bu da merkez bankalarını faiz artırımına yöneltti.
Oysa bugüne baktığımızda petrol fiyatlarının kapasite fazlası ve düşen enflasyon sürecine denk geldiğini görüyoruz. Şirketlerin fiyatlama gücü çok düşük ve bu durumda da fiyat artırmaları çok kolay olmayacak. Yani artan petrol fiyatları enflasyonu azdırmak yerine fiyatları kemirecek. Bu durum da kaçınılmaz olarak yatırım ve kredi piyasalarını etkileyecek. Yani kısacası bu durumda merkez bankalarının vermesi gereken doğru tepki ister itemez faiz oranlarını artırmak değil düşürmek olacak.
ABD Merkez Bankası (Fed) bu durumu Avrupa Merkez Bankası’ndan (ECB) daha iyi kavramış gibi görünüyor. Bunu da enflasyon hedefi konusundaki takıntılı tavrından anlayabiliyoruz. Oysa yüzde 1.25 seviyesindeki faiz oranları ile Fed’in daha fazla kesinti yapabilecek alanı mevcut değil. Buna karşılık yüzde 2.75 seviyesindeki faiz oranları ile ECB’nin hareket alanı daha geniş ama geçtiğimiz yıllardan biliyoruz ki ECB de bu tür durumlara tepki vermekte fazlasıyla yavaş kalıyor. ECB Başkanı Wim Duisenberg son basın toplantısında tam da bu konuda bir açıklama yaptı ve jeopolitik riskler ve yükselen petrol fiyatlarına telmihen “Şu anda yapılacak bir faiz kesintisi belirsizlikler denizinde boğulacak bir damlacıktan başka bir şey değildir” dedi.
Bu arada Euro bölgesinin en büyük ekonomisi olan Almanya’nın da zor günler geçirdiğini unutmamak gerekiyor. Almanya’nın yeniden durgunluğa girme tehlikesi baş gösterdi. Alman Merkez Bankası (Bundesbank) Şubat sonunda bir açıklama yaparak Almanya’nın GSMH’sının 2002 yılının son çeyreğinde hafif de olsa bir düşüş gösterdiğini belirtti. Bu arada araştırmacılar ekonomideki daralmanın bu yılın ilk çeyreğinde de devam edeceği görüşündeler.
BALON KORKUSU
ABD, bütçe politikalarını gevşetme konusunda daha şanslı durumda. Eğer George W. Bush Irak operasyonunda başarılı olursa, bu aralar sıkça tartışılan vergi kesintisi yasasına Kongre’de çok büyük bir destek bulabilir. Buna karşılık olası bir ters gidişat durumunda bile Japonya, devasa iç borcu, Avrupa bölgesi ise istikrar politikasındaki ısrarı nedeniyle daha az hareket alanına sahip.
Savaş sonrasında hızlı bir ekonomik düzelme olacağı beklentisinin altında ABD’nin ekonomik tabanının güçlü olduğu varsayımı yatıyor. Oysa ABD ekonomisi 90’ların sonundaki şişme sonrası düzeltme hareketini henüz tamamlayabilmiş değil. Rekor seviyelerdeki tüketici kredileri ekonomiyi dış şoklara karşı kırılganlaştırıyor. ABD tüketici güveni son dokuz yılın en düşük seviyesinde. Kimileri bu durumu savaş olasılığına bağlayıp, savaş sonrası hızlı bir düzeltme hareketi bekliyor. Ama bu durum tüketici kredilerinin yüksek miktarına,yeni iş alanları artışının düşüklüğüne ve değer yitiren borsa endekslerine bağlı da olabilir.
ABD’li ekonomistler beklenenden düşük gerçekleşen ekonomik büyümenin suçlusu olarak savaş korkusunu gösteriyor, tıpkı ABD’nin 2001 yılındaki durgunluğunun suçlusu olarak 11 Eylül saldırılarını göstermeleri gibi. Oysa Goldmann Sachs ekonomistlerinden Bill Dudley’ye göre ekonominin kırılganlığının en önemli nedeni savaş korkusu değil. Sorun daha derinlerde yatıyor; piyasalardaki şişme döneminde oluşan yüksek özel sektör borçlanması, fazla kapasite, düşük tasarruf oranı ve mevcut rekor bütçe açığı.
Amerikan hane halkının yüksek borçları, Japonya’nın deflasyonu ve sorunlu bankacılık sistemi, Avrupa’nın yapısal katılığı ve fazlasıyla sıkı para-bütçe politikaları dünya ekonomisini her türlü şoka karşı korkulacak derecede korumasız hale getiriyor. Dahası, Körfez Savaşı’nın adından ABD ekonomisinin toparlanması, ABD şirketlerinin borçlarını1980’lerin yüksek seviyelerinden aşağıya çekme zorunlulukları nedeniyle fazlasıyla yavaş bir şekilde gerçekleşmişi. Buna karşılık 1990’lardaki borç yükü daha da fazla.
Paylaş