Paylaş
Ama görünen o ki kamuoyu anketlerini gereğinden fazla ciddiye alan AKP lideri, buradan güç alarak gerginliği tırmandırma politikası izliyor. Bunun örneğini daha önce de izlemiştik ve o dönem kaybeden Türkiye olmuştu.
Durumu hatırlayalım. Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, başbakanı atama görevinin Anayasal tanımlamasını yapmış, bunun üzerine de AKP Lideri Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı'nın kendisi ile müzakerede bulunarak bu atamayı yapmasının daha şık bir davranış olacağını ifade emişti.
Sayın Erdoğan yine aynı resepsiyonda tarafsızlığı defalarca kanıtlanmış Cumhurbaşkanı'nın bu tavrını "Anlaşılan bizimle ilgili rahatsızlıklar mevcut" sözleri ile tanımlamaya kalkmış ve bize göre asıl şık olmayan davranışı bu sözleri ile kendisi göstermişti.
Gelelim bugüne: Şimdi ise AKP lideri Erdoğan'ın Cumhurbaşkanına yönelik bir üstü örtülü bir tehdidi söz konusu. Sayın Erdoğan "Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini güvenoyu alacak bir başbakana vermeli" sözleri ile eğer kendi istediği aday (her kimse) dışında birine görev verilirse güvenoyu vermeyecekleri şantajında bulunuyor.
AKP'nin kendi seçmen tabanı dışarıda bırakılırsa kamuoyunun önemli bir bölümünün ve elbette ki piyasaların AKP'nin başbakan adayının belli olmaması konusundaki rahatsızlığı ortada. Hele de anketlerdeki sonuç ortaya çıkar da AKP seçimlerden birinci parti çıkarsa bu rahatsızlık daha da artacak.
Tabii ki tüm bunların yanı sıra yarın Anayasa Mahkemesi'nde görüşülmeye başlanacak olan Sayın Erdoğan'ın Genel Başkanlığı meselesi söz konusu. Olur da buradan AKP aleyhine bir sonuç çıkarsa işler iyice karışacak gibi görünüyor. Eğer Anayasa Mahkemesi sayın Erdoğan'ın AKP Genel Başkanı olamayacağı sonucuna varırsa bu kez de oy pusularında AKP Genel Başkanı olarak Sayın Erdoğan'ın adı göründüğü için seçimin hukuki olarak sorgulanması gündeme gelebilecek.
AKP çevresinde bu kadar spekülasyon varken parti yöneticilerinin yapması gereken gerginliği azaltacak, hem piyasa hem de kamuoyu açısından uzlaşma yolunu açacak girişimlerde bulunmak olmalıydı.
Yukarda ifade ettik, piyasalar -nedense- şimdilik bu konuyu çok fazla kurcalamıyor. Fakat 57. hükümet döneminde Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz ve Bayındırlık Bakanı Koray Aydın örneklerini unutmamakta fayda var. Ve hatta seçim kararının alınmasında dahi piyasaların etkisi göz ardı edilemez.
Peki seçimlerin ardından nelerle karşılaşacağımızı kimse düşündü mü? Birkaç hatırlatma yapalım. Örneğin IMF'nin Türkiye ekonomisi ve stand-by anlaşması konusundaki son açıklamalarına dikkat ettiniz mi? Özetle şunları söylüyorlar:
* Vergi reformunda dolaysız yöntemler üzerinde yoğunlaşılmalı
* KİT'lerdeki "atıl" istihdam sorunu çözülmeli
* Para politikasında enflasyon hedeflemesi devam etmeli
* Para piyasalarının daha sağlıklı işlemesi sağlanmalı
* Özeleştirme hızlanmalı
* Yapısal reformlar daha güçlü bir biçimde uygulanmalı
(geliyoruz en kritik noktaya)
* BDDK'nın bankacılık sistemini düzenlemek için sürdürdüğü çabalar yoğunlaşmalı
Raporda ayrıca Irak operasyonunun Türkiye ekonomisi için bir test olacağı da vurgulanıyor. Tabii IMF bürokratları için test olabilir ama fırlayan dolar fiyatı bu ülkedeki milyonlarca dar gelirli için pek de test olmayacak.
Hazır Irak operasyonu demişken Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün de 3 Kasım günü ABD'ye bir ziyarette bulunacağını hatırlatmakta fayda var.
Bu bağlamda kimilerinin hafife alma eğilimi içinde olduğu Kuzey Irak'ta bir etnik devlet oluşumu ile ilgili gelişmeler de önümüzdeki aylarda başımızı daha da çok ağrıtacak.
Ya AB üyeliği ile ilgili gelişmelere ne dersiniz? Son birkaç gündür bu konuda olumlu gelişeler varmış gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Oysa unutmamak gerekiyor Güney Kıbrıs'ın adanın tamamını temsil eder bir karakterde AB üyesi olmasına sadece birkaç ay kaldı. Acaba Avrupalı liderlerin estirmeye çalıştığı bu olumlu hava Türkiye'nin ağzına sürülecek ve acısı sonradan çıkacak bir parmak baldan ibaret olmasın.
Şimdiye kadar riskleri sıralamakla yetindik. Bunun yanında olumlu gelişmeler de var elbette. Son makro ekonomik verilerin yanı sıra İMKB şirketlerinin 9 aylık kar rakamları da -en azından şimdiye kadar gördüklerimiz- oldukça olumlu rakamlar. Asıl önemli olan tabii ki esas faaliyet karlarındaki olumlu gelişme.
Bonolardaki faiz düşüşü dikkate alındığında bankaların bilançolarında da olumlu rakamlar göreceğimizi söyleyebiliriz. Tabii ki bunun yanında uzun zamandır kesilen sendikasyonların yeniden başlamış olması, kredi faizlerindeki küçük çaplı gerileme bu alanda da olumlu gelişmeler olacağını gösteriyor. İstanbul Yaklaşımı ufak ufak da olsa yürüyor.
İMKB 100 Endeksi'nin bugüne kadarki seyrine baktığımızda da pek sürprizle karşılaşmadığımızı söylemek yanlış olmayacak. Hareketin 10.500 puan seviyelerinde sınırlı olduğunu söyledik ve haklı çıktık. Şimdi geriye sadece 2 seanslık bir zaman kaldı. Bu kadar kısa zaman içinde hiçbir yatırımcının maceraya atılmayacağını ve endeksin seçimleri 10.200-10.400 puan aralığında karşılayacağını düşünüyoruz.
Seçim sonrası bir kar satışı kaçınılmaz. Ama bu satışın nerede kesileceğini AKP'nin tavrı ve tabii ki yarınki Anayasa Mahkemesi toplantısından çıkacak sonuç belirleyecek. Ama AKP piyasalarla ve devlet mekanizması ile çatışma yerine uzlaşmayı tercih eder, türban sorunu gibi kritik konuları kaşımaz, AB ve Kıbrıs konusunda resmi politikanın dışına çıkmazsa (ki otoriteler çıkmayacağı konusunda hemfikir.
Belki türban sorunu konusunda biraz daha marjinal yaklaşabilir ama bu da Atatürkçü çevrelerin kabul edemeyeceği bir seviyede olmayacaktır) o zaman iki yıldan bu yana kan ağlayan borsa yatırımcısının yüzü nihayet gülebilecek.
Fırsatlarla risklerin iç içe geçtiği bir döneme girmek üzereyiz. Risk-getiri oranlaması bu kez tüm kriterlerden daha önemli hale gelmiş durumda.
Paylaş