Paylaş
ABD ile Türkiye arasında yaşanan gerginlik ve güven bunalımı piyasaların da gündeminde. Kriz öncesi Türkiye sermaye piyasalarında yabancı yatırımcı girişi için uygun ortamın oluşmaya başladığı gözlenmiş ve hatta kimi yabancı fonlardan seçici alımlar gelmeye başlamıştı. Fakat Kuzey Irak’ta görev yapan 11 Türk askerinin ABD’li özel tim ekipleri tarafından gerçekleştirilen baskınla yakalanmaları, kelepçelenerek terörist muamelesine maruz kalmalarıyla zirveye ulaşan ABD-Türkiye gerginliği bu beklentinin şimdilik rafa kalkmasına neden olmuş durumda.
Piyasa uzmanları şimdi krizin ve taraflar arasındaki görüşme-açıklama trafiğinin seyrini izleyecek. Fakat geçen Cuma gününden bu yana yaşanan sürecin ayrıntılarına baktığımızda ise çözümün kısa vadede gelmeyeceği, hatta belki (ve hatta maalesef) Türkiye’nin yeni bir “Muavenet” olayıyla karşı karşıya kalacağı izlenimi piyasa uzmanları arasında yaygın bir kanı haline gelmiş durumda. Bu olasılık da dışardan Türkiye’ye fon girişinin uzunca bir süre daha gerçekleşmeyeceği ihtimalini güçlendiriyor.
Yani yine kendi yağımızla kavrulmaya devam edeceğiz. Kendi yağımızla kavrulmaya çalıştığımız bu süreçte sermaye piyasaları çatısı altında başımıza neler geleceğini, nasıl bir faiz, döviz ve borsa seyri izleyeceğimizi uzun uzun yazmaya gerek yok. Çünkü son iki aydır yaşadıklarımız dışında bir şey yaşanmayacak bu piyasalarda... Yine doların seviyesi ve hangi yöne hareket edeceğini konuşacağız ve bu arada dolar kuru ise en geniş anlamda 1 milyon 350 bin-1 milyon 450 bin lira aralığında dalgalanacak.
Enflasyona bağlı olarak faizlerde aşağı yöndeki baskının devamı ve Merkez Bankası’nın faiz indirimi yapıp yapmayacağı tartışılacak. Cari açık, gözden geçirmeler, AB yasaları ve diğer kanuni düzenlemeler izlenecek... Borsa yatırımcısı yine para beklemeye devam edecek.
ABD ile Türkiye arasındaki bu gerginliğin “tek başına” Kuzey Irak meselesi olmadığını düşünüyorum kendi adıma. Aslında son bir aydır sadece biraz özenli bir ayıklama ile gazete haberlerini alt alta koyup okumak bile ABD’nin bu son eyleminin ne kadar büyük bir politikanın parçası olduğunu ortaya koyuyor. Tek başına PKK/Kadek’e bakmak bile yeterli aslında karşımızdaki resmin ne kadar büyük ve ne kadar çetrefilli olduğunu anlamak için... Bölücü terör örgütünün hem Türk askerinin bölgede bulunuyor olmasından, hem de pişmanlık yasasından büyük rahatsızlık duyduğunu, kendi içinde bu konudaki fikir ayrılıklarının silahlı çatışmalara kadar gidebildiğini, yasanın etkisi ile ciddi bir çözülme süreci yaşadığını, son bir ay içinde Türkiye içindeki faaliyetlerini artırdığını, ABD ile temasa geçtiğini (aslında bu haber eski. Taa Çekiç güç dönemine kadar gidiyor), bugüne kadar ciddi destek gördüğü İran’a saldırdığı, buna karşılık İran’ın da ister istemez Türkiye’nin dümen suyuna girdiğini, Suriye’nin de bölücü örgüte karşı operasyonlara başladığını biliyoruz. ABD’nin Ortadoğu politikasının ve son büyük saldırısının içerisinde Kürt Devleti projesinin önemli bir yer tuttuğunu da biliyoruz. Ama bu projenin Türkiye, İran, Suriye ve Irak Araplarının (Sünni ve Şiilerin üzerinde anlaştığı ender konulardan biri Kürtlerin bu kez fazla cüretkar davrandıkları. İlginç değil mi?) kuşatması altında olduğunun da farkındayızdır umarım.
Buna bağlı olarak bir yandan da AB kıskacı altında olduğumuzu, AB’nin kendi üye ülkelerine asla dayatmadığı bir dizi yasal hatta Anayasal düzenlemeyi bize dayattığını da biliyorsunuzdur kuşkusuz. AB’nin Türkiye’ye dayattığı politikaların yine önemli bir eksenini Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşların oluşturduğunu da biliyorsunuzdur mutlaka. (Bir ara yurtdışındaki Alevi derneklerine de el atmaya çalışılar ama pek sesleri çıkmadığına göre o cephede pek başarılı olamadılar anlaşılan). Kıbrıs’ta uluslar arası anlaşmaları yok sayan tasarruflarla Rumların üstelik adanın her tarafını temsil edecek bir tüzel kişilikle AB üyesi olmalarının ve bence 1974’te çözülmüş bulunan Kıbrıs meselesinin çözümü adı alında dayatılan koşulların adadaki ve Türk Devletini nasıl gözardı ettiğini de biliyorsunuzdur elbette.
Bu arada, mesela, dünyanın en “saygın” basın kuruluşlarından Financial Times gazetesi ve The Economist dergisinin Türkiye ile ilgili hemen her siyasi haberinde Türk ordusunu hedef gösterdiğini biliyor musunuz peki?
Türkiye’nin “siyaseti, uzun vadeli stratejisi yok” sandığımız bir çok alanda doğru, gerçekçi ve ulusun yararına olan çözümlerin en büyük ve tek destekçisinin (hata bazen mimarının) Türk ordusu olduğunu peki? Tüm bunların üzerine de ulusunun güvenini yitirmiş bir Türk ordusu’nun AB ve ABD’nin ne kadar işine geleceğini de tahmin edesiniz galiba.
ABD’nin dünyaya karşı başlattığı egemen güç olma hedefli saldırının önünde sadece Türkiye durma cesaretini göstermiş, bununla da kalmamış ve ABD’nin dünya politikasına karşı kendi ulusal politikasını dayatma basiretini ortaya koymuştur. Bu onurlu ve tarihi duruşun en önemli mimarlarından birisi de Türk Ordusu’dur. ABD, AB, KDP, KYB, içerdeki ve dışarıdaki kimi kurum ve kuruluşlar tarafından yapılmaya çalışılan ise bu onurlu duruşun mimarlarını sahne dışına itmektir. Ve üzülerek görüyoruz ki bu çok taraflı ve çok parçalı bu komplonun ilk adımları maalesef başarılı olmuştur. Türkiye bir haftadır Süleymaniye baskını sonrası istediği diplomatik başarıyı elde edememiş durumdadır. Hatta Süleymaniye’deki bürodan gasp edilen belgelerin de bir kısmını geri almayı “başaramamışızdır”. İşin en acı tarafı ise tüm bunların üzerine ve tüm bunlara rağmen “Türkiye Kuzey Irak politikasını gözden geçirmeli” deyip farkında olarak ya da olmayarak Türkiye’nin elini zayıflatanların aymazlığı değil mi sizce de?
Paylaş