Türkiye Arjantin olur mu korkusu... (Şaka değil kaza yapan bir büyükbaş hayvan nakil aracındaki yarı-canlı ineklerin nasıl anında kalabalıklar tarafından parça parça edildiği ürperten ve insanlık adına utanç verici görüntüler hala aklımda.)
Arjantin'de yaşanılar krizi hem Hürriyetim'deki hem de Cosmopolitik'teki yazılarımda yorumlarken ülkenin bir anlamda IMF tarafından cezalandırılıdığı tezini öne sürmüştüm. (Kendimi övmüyorum sadece hatırlatma yapıyorum. Sebebi aşağıdaki satırlarda.)
Ve nihayet Arjantin yola geldi. Pazartesi günü bir açıklama yapan Arjantin ekonomi bürokratları IMF'in istediği gibi harcamalır kısıp ekonomik reformları süratle uygulamaya koyacaklarını belirtirken Arjantin hükümeti de bu gelişmeye bağlı olarak IMF ile yeni bir milyar dolarlık yardım paketi için görüşmelere başlanacağı müjdesini verdi.
Arjantin Devlet Başkanı Eduardo Duhalde yaklaşık 10 gün önce bir açıklama yaparak gerekli kanunların parlamentodan geçirilmemesi halinde istifa edeceği tehdidini savurmuş, bu tehdidin ardından oldukça örnemli kabul edilen mali suçlarla ilgili bir yasa kabul edilmiş ve kamuoyunda geniş tepkilere neden olan banka hesaplarına blokaj uygulanması tedbiri kaldırılmıştı. Ayrıca Arjantin krizinde önemli nedenlerden biri olan eyalet bütçe harcamalarına da kısıtlama getirilmişti.
Ama madalyonun IMF yüzüne baktığımzda Arjantin hükümetinin talep ettiği yardımı karşılayacak bir IMF fonunun olup olmadığı ya da geçen yıl kapanan kredi musluklarının açılıp açılmayacağı hala karanlıkta. IMF, Arjantin'e verebileceği yardımın serbest bırakılması için henüz gerekli koşulların oluşmadığını düşünüyor. Hatat bir IMF Sözcüsü yukarıdaki açıklamanın ardından bir karşı açıklama yaparak "Arjantin'e gidecek bir IMF heyeti konusunda yeni bir haberin olmadığını" duyurdu.
Arjantin yola geldi gelmesine ama bu sefer de IMF yapılanları yeterli bulmuyor. Para musluklarını açmak ve diğer kredi veren kuruluşlara da "tamamdır siz de açın muslukları" demek için bir yıl öncesine göre IMF'nin hükümetten daha fazla şey talep ettiği görülüyor. Bu ise Arjantin halkı üzerindeki ekonomik baskının daha da artması anlamına gelecek.
Garip bir dünya haline gelmedi mi burası sizce de...
Daha doğrusu onlar anlattı ben dinledim. Çok kısaca şunu belirteyim kişisel gözlemlerim bölge halkının AB konusunda hiç de anketlerdeki gibi düşünmediğini gösterdi. Ekonomik kriz ve siyasi oluşumlar konusunda da benzer bir durum sözkonusu. Ama iş hükümet senaryolarına gelince herkesin kafasının aynı ölçüde karışık olduğu ortada.
Borsa Mayıs ayını yüzde 8.98 oranında değer kaybı ile kapattı. Mayıs ayının son haftasında yüzde 4.4 oranında değer kaybı gerçekleşti. Yani Mayıs ayı içinde yaşanılan değer kaybının önemli bir kısmı geçen hafta gerçekleşti.
Haziran ayının ilk haftasına bakıldığında ise yine Mayıs ayı boyunca izlenilen trendin devam ettiğini görüyoruz. Endeks 10.500 puanın da altında başladığı Haziran ayının ilk işlem gününde 10.041 puana kadar gerileyerek 2002 yılının en düşük seviyesini gördü. Bundan bir önceki taban 10.138 puan ile mart ayında yaşanmıştı.
Mayıs ayı boyunca borsa endeksinin izlediği en önemli konu başlığı Başbakan Bülent Ecevit'in sağlığı ve bu konu etrafında dönen tartışmalardı. Azımsanamayacak kadar önemli bir konu olduğunun herkes bilincinde ama bir kere daha hatırlatmakta fayda var, piyasaların asıl endişesi Ecevit'in sağlığı değil, hükümet ve koalisyon senaryoları.
Borsanın korkusu ise tüm bu senaryolar değerlendirildiğinde aradan sıyrılan ve diğerlerine kıyasla daha güçlü sayılan bir ihtimal üzerinde şekilleniyor: MHP liderliğinde bir koalisyon hükümeti.
Borsacılara göre sayın Ecevit görevi herhangi bir nedenden dolayı bırakırsa MHP hazırda beklettiği milletvekillerini partiye transfer edecek ve birinci parti konumuna yükselip hükümeti kurma görevini üstlenecek.
Bu durumda da mevcut ekonomik reformlardan, IMF ile ilişkilere, AB ile ilişkilerimizin (nedense) ana eksenini oluşturan Kopenhag kriterlerine dek bir çok alanda farklı bir tutum izlenebileceği riskinin ortaya çıktığı düşünülüyor.
Piyasa oyuncuları, iktidarın ikinci ortağı iken MHP'nin bir çok konuda ayak sürüdüğünü, mecburen sustuğunu ya da yasak kovar şekilde destek verdiği tüm bu yaşamsal konularda başka bir tutum takınmasından korkuyor. Bu olasılık ne kadar gerçekleşir bilinmez ama gerçekleşmesi olasılığı piyasalar üzerinde bu kadar etkili iken varın gerisini siz düşünün.
Borsa ile ilgili olan kısmı da buraya kadar zaten. MHP ve ANAP neden seçim istemiyor, siyaset sahnesindeki yeni aktörler, Kemal Derviş ve Mehmet Ali Bayar, AKP, vs bizim konumuzun dışında. En azından şimdilik.
Salı akşamı Başkent Hastahanesi'nin çatısı altında bir ilki gerçekleştirerek toplanan Koalisyon Partileri liderleri toplantı sonrasında iki ana eksene oturan bir açıklama yaptı. Birincisi Haziran ayında Avrupa Birliği'ne yönelik yasaların çıkartılacağı yönündeyken, ikincisi ise bir erken seçim olasılığının bulunmadığı yönünde oldu.
Cuma günü Başbakan Bülent Ecevit'in sağlığından öte seçim atmosferinin ilk soluklarını aldığını düşünen piyasada, bu olasılığın ne kadar ağır bir etkisi olduğunu gördük. Yüzde 5.4 oranında bir değer kaybı...
Şimdi ise bu olasılığın ortadan kalktığını görüyoruz. Bu çerçevede bir iki gün daha endeksin 10 bin puanlı seviyelerde "takılabileceği" ve bu süre içinde kar realizasyonları gelebileceği gerçeğini gözardı etmememiz gerek. Çünkü İMKB 100 Endeksi'nin 10, 400'lü seviyelere gerilediği Cuma gününden bu yana 600 puan civarı değer kazandı.
Peki bu kar realizasyonlarının ardından endeks Sayın Ecevit'in hastahaneye yatmasından önceki durumuna geri döneblir mi? Bizce kısa vadede zor.
Çünkü bu arada unutulan bir hatta iki önemli gündem maddesi daha var. Tüpraş halka arzı ve bankalara sermaye aktarımı süreci ve buna bağlı olarak İstanbul Yaklaşımı...
Bu çerçevede Mayıs ayının son haftalarında ve belki de Haziran ayının ilk haftasında yine dar alanda hareket eden, kritik seviyelere doğru geri çekilen bir borsa ile karşılaşabiliriz.
Buna ek olarak mevsimsellik etkisini de gözardı etmemek gerek. Yani "Borsa yaz aylarında, daha çok Temmuz ve Ağustos ayları içinde keskin hareketer göstermeme, daha çok yatay hareket etme" eğilimi içinde olur.
Bunun yerine başka bir yöntem izleyerek dünyadaki duruma kısaca göz atalım. Türkiye kendi dertleri ile uğraşıyorken dünyanın ABD merkezli küresel bir imparatorluğa ve buna paralel yine küresel bazda ekonomik bir yavaşlama, hatta kimi yorumculara göre gerilemeye doğru gittiğini unutmuşa benziyor.
Tüm dünya elitleri başta ABD olmak üzere dünyanın her köşesinden ve üstelik hergün, haber ajanslarının özel servisleri aracılığıyla küresel ekonominin kalp atışlarını izliyor. Ve bu izleme sonucunda ortaya çıkan tablo, arada sıradadan biraz daha sık rastlanan olumlu sinyallere rağmen, genel planda karamsarlığın hakim olmasını engelleyemiyor.
Örneğin ABD'li ekonomi elitleri, bunlara ek olarak IMF, Dünya Bankası, OECD bürokratları, uluslararası fonların yönetici ve sahipleri, çok uluslu iş ve yatırım tekelleri, son iki yıldır ABD ekonomisinden gelen sinyallere batkılarında şu tabloyu görüyorlar:
...ABD'de Michigan Üniversitesi tarafından izlenen tüketici güveni endeksi 1.5 yıllık tersine gidişten sonra mayıs üayında yeniden yönünü yukarı çevirdi. Buna ek olarak ihracat rakamlarında da mart ayında artış görülüyor. Ama krizin adımlarını artık hemen ardımızda duymaya başladığımız son 1.5 yıllık süreçte ufak yükselişler olmaına rağmen yön aşağıdaydı.
...ABD Teknoloji şirketlerinin Kabe'si olarak tanımlanan Nasdaq Composite Endeksi geçen hafta nihayet son 1.5 yıllık düşüş sürecinden sonra en iyi haftasını geçirdi. Nasdaq'taki şirketlere bakıldığında genel durumun çok kötü olmadğı izlenimi doğuyor. Ama geçen hafta yaşanan yükselişin tek nedeni aylık üretim akamlarının beklenenin üzerinde çıkmış olması. Yani güvenin atması. Yani iş yine ABD tüketicisine gelip dayanıyor.
Bu çerçevede bakmaya devam ettiğimide görüyoruz ki küresel ekonominin gidişi ABD Vatandaşıın tüketme isteğinin derecesine bağlı.
Perşembe günü endeksin nereden güne başladığı, ne kadar düştüğü ya da çıktığı, işlem hacminin ne olduğu çok önemli değil. Asıl önemli olan bu hareketlerin neden ortaya çıktığı.
Bu konu üzerine konuşmak ya da yazmak çok hoşuma gitmese de bu kez kaçamayacağım. Çünkü borsanın yönünün kısa vadede belirleyecek olan etken Başbakan Bülent Ecevit sağlığı.
Dün borsada bu konu ile ilgili dedikoduların ardı arkası kesilmedi. Önce bir gazetenin yazısına atfen Sayın Ecevit'in Cumartesi günü başbakanlığı bırakacağı söylentisi yayıldı. Başbakan'ın dış politika danışmanını kabul etmediği söyletisi dalga dalga yayıldı. Ardından yanlış teşhis, olası başbakan adayları, iktidar ortaklarının olası adımları ile ilgili söylentiler geldi.
Zaten diken üzerinde olan piyasada da tüm dengeler alt-üst oldu.
Ardından speküasyonlar başladı. İster istemez herkesin aklına Sayın Ecevit'in (Allah gecinden versin) vefatı sonrası senaryolar, erken seçim, seçim ekonomisi konuları da eklenince işler iyice çığrından çıktı.
Şimdiden sonra ne olur. Açıkçası kişiler üzerinden spekülasyonlar yapmak hoş değil. Ama görünen o ki borsa açısından "en kötü belirlilik halinin bile belirsizliğe yeğ tutulacağı" bir döneme giriyoruz.
Ama bir noktanın daha altını çizmekte fayda var. Sayın Ecevit'in sağlığı ile tartışmalar bir anlamda da "insanlık" sınavı. Basında sayın Ecevit'e yönelik bir "bırak git" kampanyası olduğu herkesçe aşikar. Bu cephenin mensupları iki yıldır her fırsatta sayın Ecevit'in yürümesinden konuşmasına her alanda acımasızca eleştiri oklarını yöneltiyor.
Ama nedense kimsenin aklına saygı duymak gibi ahlaki değerler gelmiyor. O halda bütün yaşlıları öldürelim gitsin. Sırada kim olacak: Eşcinseller? Sakatlar? Zihinsel özürlüler?..
"Hangi alanı seçsem acaba" diye düşünürken borsa-finans haberciliğinde bir şekilde karar kıldım. O günden bu yana en çok duyduğum sıfat tamlaması ise "küçük yatırımcı" oldu. Herkesin korumaya çalıştığı, ardından ağıtlar yaktığı küçük yatırımcı...
Ama benim alternatif bir teorim var.
Borsada küçük yatırımcı yoktur.
Büyük olmak isteyen küçük oyuncular vardır.
Küçük bir hikaye anlatmak istiyorum. Yıl 2002. Yer Artvin'in Borçka ilçesi. Anadolu'nun şirin ve bir o kadar da küçük ilçesi. Ama bu küçük ilçe Anadolu'nun diğer ilçelerine pek benzemez. Yetiştirdiği bir sürü yönetici, bürokrat, bilim adamı vardır. Okur-yazarlık oranı Türkiye ortalamasının kat kat üstündedir. Sayın Ecevit'in köy-kent projesinin doğal halidir. Çok güzeldir.
İşte böyle bir yerde Hakan Tonyaloğlu isimli bir şahıs bir cafe' açıyor. İsmi de Yükseliş Borsa Cafe'. Hakan bey cafesini açtıktan sonra buraya borsa verilerinin izlenebileceği bir kaç bilgi dağıtım ekranı yerleştirmeyi de unutmuyor Ayrıca cafedeki bir kaç TV alıcısında da sürekli olarak borsa-finans yayını yapan TV kanalları izlenebiliyor. Yani Hakan bey cafesine "aracı kurum" süsü vermeye çalışıyor. Ama bunu yapabilmesi için başka şeylere de ihtiyaç var.
Örneğin buraya müşteri lazım. Bu işi de beyefendinin yeğenleri Atakan ve Atılgan Ertekin kardeşler üstleniyor. Atakan ve Atılgan kardeşler Yükseliş Borsa Cafe sahibi Hakan Bey ile birlikte para topluyor hesap açıyor, işlem yapıyor (gibi görünüyor).
Hakan Beyin bir de kardeşi var. İsrafil Tonyaloğlu. Bu beyefendi de çalıştığı banka aracılığı ile kardeşi ve diğer akrabaları adına hesap açarak bu hesapların borsa işlemleri için kullanılmasını sağlıyor.
DEPİK
Dünya Kupası'na şunun şurasında ne kadar kaldı ki. Kısa bir süre sonra tüm dünya, sadece Türkiye değil, futbol ile yatıp futbol ile kalkacak. Hele de Türkiye-Brezilya maçı, çok büyük olasılıkla Türkiye'de bugüne dek en çok kişi tarafından izlenen futbol müsabakası olacak.
1982 Dünya Kupası'nda Çok ilginç bir olay yaşanmıştı hatırlar mısınız (Doğruyu söylemek gerekirse -ki her zaman gerekir- ben hatırlamıyorum. Ama futbol tarihi konusunda engin bilgisine güvendiğin sayın Kaan Pamir tarafından bana nakledildiği için gönül rahatlığı ile size aktarıyorum)?
Uruguay-Brezilya maçı... Maç Brezilya'da oynanıyor. Maçı 200 binin üzerinde insan izliyor. Dar alan, paslaşma, gol filan derken Brezilya sahayı mağlup olarak terk ediyor. İşin ilginç kısmı ise bundan sonra başlıyor. Mağlubiyetin ardından hemen bir kaç kişi stadın en yüksek yerinden atlayarak intihar ediyor. Sebep, Brezilya Milli Takımı'nın yenilgisi. Ülke çapındaki genel yas havasından hiç bahsetmiyorum. Ertesi gün yine aynı staddayız. Stadda keder içinde 50 bin civarı insan ve hala tribünlerde oturuyorlar. Hayır maç filan yok, saha boş. Evet yanılmadınız öyle bir yenilgi şoku ki 50 bin civarı Brezilya Milli Takımı taraftarı stadı terk edip evine gidememiş (Kaç gün daha orada kaldıklarını bilmiyorum).
Bir başka hikaye daha...
Dün akşam bir akadaşım anlatı. Galatasaray şampiyonluğu sonrası balkona asılan devasa bir bayrak alt kat komşusunun balkonuna kadar iniyor. Alt kat komşusu kaçınılmaz olarak Fenerbahçe taraftarı. Ama saygın bir işte çalışan aklı başında bir taraftar Yani öyle bayrağı alttan tutuşurmak falan yok. Gayet uygar biçimde arkadaşımın babasının şampiyonluk kutlamasını sineye çekiyor. Ama derken bir akşam kapı çalınıyor ve apartman görevlisi, arkadaşımın Galatasaray taraftarı babasına alt kat komşusunun şu ricasını iletiyor:
"Abi, bayrak filan tamam da bu akşam misafirlerim gelecek. Eğer bayrağı orada görürlerse bir daha hiç birinin yüzüne bakamam. Rezil olurum. Rica etsem de bayrağı biraz yukarı çekseniz."
Ve bayrak yukarı çekiliyor
Son günlerde ipyasadaki yatırımcı profiline baktığımızda mevcut iskontoları değerlendirmek isteyen ancak ekonomi dışı -siyasi olumsuzluk- riskleri üstlenmek istemeyen ve bu sebeple de nakitte kalmayı tercih eden yatırımcı ve spekülatörlerin çokluğunu görüyoruz. Bu durum mevcut borsa işlem durgunluğunu daha da artırırken işlemsizlik kısırdöngüsüyle daha sık karşılaşmamıza neden oluyor.
Diğer taraftan future-opsiyon olarak isimlendirilen finansal araçların yokluğu bir takım kötü niyetli spekülatörlerin de manipülasyon maliyetlerini oldukça düşük tutabilmesine olanak sağlıyor.
Oysa ki mantıksız olan bir fiyat oluşturup çıkar sağlamayı amaçlayan manipülatörlerin karşısına bu mantıksız fiyattan iyi niyetli olarak yararlanmak isteyen spekülatörlere, yararlanma araçları temin edilmiş olsa da hem borsamızda rasyonellik dışı fiyat hareketlerinin maliyeti çok artmış olacak ve kendiliğinden bu tip hareketler azalacak, hem de bu tip hareketlerin tuzağına düşen küçük yatırımcıların kayıpları azalacaktır."
Yukarıdaki satırlar bana ait değil. Uzun zamandır tanıdığım bir borsa uzmanını görüşleri. Taksim Menkul Değerler'den Özkan Balcı'nın cümleleri.
Sanırım iki gün önce borsadan CNN Türk için yayın yaptığım odanın kapısı hızla açıldı. Ve birisi hışımla "Bu işin yapısal ayağı da var, onu da konuşmak gerek. Vadeli işlemler şart" deyiverdi. Doğru söze ne denir ki.
Konuyu ayaküstü konuştuktan sonra kendisinden bu görüşleri anlatığı kısa bir metin istedim ve işte ukardaki metin böyle elime ulaştı. Bugün daha iyi bir şey yazmak çok mümkün olmadığı için yukarıdaki cümlelere fazla bir şey eklemeyeceğim.
Ama bir çok insan piyasada yaşanan hastalığa ilişkin bir teşhiste bulunuyor ve bu teşhislerin -yukarıdaki örnekte olduğu gibi- çok önemli bir kısmı hedefi tam onikiden vuruyor. Bu aralar daha çok dış seslere kulak vereceğiz. Bir sonraki yazıda sürpriz bir isim var. Bekleyin bakalım.