Krizlerden en az birinin mevcut yıkıcı etkisini Sayın Ecevit'in "devlet krizi" sözü bir kaç kat daha artırdı. Ardından yine sayın Ecevit ekonomiyi kurtarması için Dünya Bankası başkan yardımcılarından Kemal Derviş'i Türkiye'ye çağırıp bakanlık koltuğuna oturttu.
Derviş çantasındaki acı ilacı içersek 2002 yaz ayları itibariyle krizden çıkacağımızı söyledi. 2002 yılının sonbaharını ortalamamıza rağmen ben kendi adıma krizden çtıktığımıza dair bir işaret görmedim. Evet GSMH artışı, kapasite kullanım oranının artması, yüzde 40'a inen enflasyon gibi veriler var ama benim de bu verilerin Türkiye'ye ait olduğu konusunda derin kuşkularım var.
Yoksa ayın sonunu, (ne sonu ilk haftasını) bile getiremememin başka bir nedeni mi var. Tamam bana inanmıyor olabilirsiniz. O zaman daha bildik bir yerden, mesela borsadan örnek vermemi ister misiniz?
İMKB 100 Endeksi bu ay içinde yüzde 7.38, oranında değer yitirdi. Yılbaşından bu yana değer kaybı ise yüzde 38,5 seviyesinde. Yılbaşında İMKB'de işlem gören tüm şirktelerin hisse senetlerinin toplam fiyatı, yani İMKB'nin toplam piyasa değeri 48 milyar dolarken bu eylül sonu itibariyle yüzde 39 oranında değer yitirerek 29.2 milyar dolara indi. 1999 yılında 1 milyar doların üzerinde işlem hacimleri görülen piyasada bu yılın ortalama işlem hacmi 115 milyon dolara geriledi.
Durum sadece bizim piyasamızda böyle zannetmeyin. Mesela yılbaşından bu yana Brezilya borsası dolar bazında yüzde 44, Arjantin borsası yüzde 63, Venezuela borsası yüzde 44, Hong Kong borsası yüzde 13 değer yitirdi.
Bir de gelişmiş ülkelere bakalım isterseniz. ABD'nin dev endekslerinden Dow Jones yüzde 14, S&P 500 yüzde 20, Nasdaq yüzde 32, Londra Borsası yüzde 14,2, Kanada yüzde 12, Fransa yüzde 20, Almanya yüzde 24, (ben yoruldum) değer yitirmiş.
İki senaryo
Şimdi diyelim ki seçim ertelenmedi ve 3 Kasım'da yapılacağı kesinleşti. Sakın ola ki endeksin birden bire 15 binlere, 20 binlere çıkacağını düşünmeyin. Tamam elbette şu anki fiyatlar dip noktanın sadece azıcık üzerinde. Mutlaka ve mutlaka hızlı bir hereket izleyeceğiz.
Bu baskı ile geçen iki aylık sürece baktığımızda İMKB 100 Endeksi'nin 11 bin puan seviyesinden 8 bin 500 puana kadar gerilediğini gördük. Bugün ise piyasanın iki aydır yaşanılan gerginlik sürecinin son noktasına geldiği net olarak görüldü. Birinci seans içinde 200 puanan varan bir değer kaybı ve sadece 47 trilyon liralık işlem hacmi... Sözkonusu rakam trilyon olunca bugün gerçekleşen işlem hacmine düşük demek komik gibi görünebilir ama İMKB'de 1 milyar doların üzerinde işlem hacmi rakamları gördüğümüzü hatırlarsak resim biraz daha net biçimde ortaya çıkacak.
Şimdiden sonrası ise borsanın kendi iç kurallarına göre işleyeek. Uzun süren sıkışma dönemlerinin ardından borsada sert tepki hareketleri görmek alışılmış bir durumdur. Bu kez de benzer bir hareket görmememiz için hiç bir neden yok. Endeks uzun vadeli destek noktasına, dolar bazında 0.50 cent, TL bazında ise 8 bin 500 puan, yaklaşmış durumda. İşlem hacmi dip seviyede.
Bu yıl içinde görülen en düşük seans başına işlem hacmi rakamlarından biri. Üstelik piyasa için en kritik beklenti de, seçimin ertelenmesi tartışmaları, 1 Ekim'de Meclis'in yeniden açılması ile birlikte olumlu ya da olumsuz biçimde realize olma sınırında. Tüm şartlar olgunlaştı.
Uzun zamandır 3 Kasım seçimlerinin ertelenmesinin mümkün olmayacağı görüşünü savunuyorum.
Gerçi siyasette hele de Türkiye'de tahmin yapmak samanlıkta iğne aramaya benziyor, üstelik de ışıklar sönükken. Ama yine de MGK ve Cumhurbaşkanlığı makamlarının bu konudaki tavrının yeterli olacağı kanaatindeyim.
Bu arada borsadaki durumun ne kadar vahim olduğunu anlatmak için ocak-temmuz dönemindeki işlem hacmi rakamlarına bakmak yeterli olacak. FEAS verilerine göre ocak-temmuz dönemi İMKB işlem hacmi sadece 37.5 milyar dolar seviyesinde. Üstelik İMKB gelişmekte olan piyasalar arazsında bu işlem hacmi rakamı ile geçen yılki dördüncülük basamağından altıncılığa gerilemiş.
Birinci sıradaki Tayvan Borsası'ndaki toplam işlem hacmi aynı dönemde 416.4, ikinci sıradaki Güney Kore'de 394.5 ve üçüncü sıradaki Hong Kong Borsası'nda ise 127.8 milyar dolar olmuş.
Eurobond'dan kaçış
Dışarda ise biraz daha hareketli bir hafta yaşandı. Almanya'da kılpayı SPD'nin kazandığı seçimler sonrası gücü ve etkinliği tartışmaya açılan Almanya hükümeti, Ortadoğu'da artan gerilim ve olası Irak operasyonu nedeniyle son 19 ayın en yüksek seviyesine çıkan petrol fiyatları, ABD kısa vade faiz oranları ile ilgili yarın açıklanması beklenen yeni karar, Japonya ekonomisinin düzelmesi konusundaki sonu gelmeyen karamsarlık; yani dünyada da işler ziyadesiyle karmaşık.
Para piyasası oyuncuları kurlardaki hareketi değerlendirmekte zorluk çekiyor ve şu soruyu soruyorlar kendilerine "Satın alınabilecek en ehven-i şer para birimi hangisi". Hisse senedi yatırımcıları Almanya'da seçimleri SPD'in kılpayı kazanması ve ABD şirketlerinden gelen olumsuz haberler nedeniyle tedirgin. Almanya seçimlerinin mağlubu muhafazakar Stoiber'e göre koalisyonun bir yıllık bile ömrü yok.
Yatırımcı için, hele de risk ile arası pek iyi değilse, hareketsiz kalma zamanı olduğu düşüncesi bir çok borsa uzmanı tarafından dile getiriliyor. Eğer öyle ahım şahım bir getiri beklentisi yoksa en iyi yolun likit kalmak olduğu zaten hemen herkesin kestirebileceği bir strateji.
Çünkü piyasanın önündeki "seçimin ertelenmesi" ayıbı (ayıp piyasa açısından değil türkiye demokrasisi açısından değerlendirilmeli) hala çok sağlam bir engel olarak varlığını koruyor. Hele de son gelişmeler bu engelin boyunu bir kaç metre daha yükselterek yatırımcının aşamayacağı bir boya getiriyor.
Riski seven yatırımcı içinse durum biraz daha karışık. Hisse senedi alımı için kıstasınız fiyat ise bütün hisse senetleri sudan ucuz. Ama yatırımcının tek kriterinin bir tek fiyat olması kadar ciddi bir yanılgı olamaz.
O nedenle riski seviyorsanız bile İMKB-30 dışındaki hisse senetlerinden çok uzaklaşmamanızı ve hatta aylar öncesinden ifade ettiğimiz, nakit durumu, ihracat, esas faaliyet karı gibi kriterleri dikkate alarak yatırım yapmak akıllıca olacak. Çünkü risk ne kadar büyükse getiri de o kadar büyük olur kuralı her zaman çalışmıyor.
Salı gününe borsa yatırımcısı açısından baktığımızda iki gelişmenin ön plana çıktığını görüyoruz. Birincisi MHP Genel Başkan Yardımıcısı Şevket Bülent Yahnici'nin "suç duyurusu" komedisi, ikincisi ve asıl önemli olanı ise ANAP Genel başkanı Mesut Yılmaz'ın MHP'siz hükümet önerisi...
Sayın Yahnici'nin açıklamalarını borsa yatırımcısı açısından hiç de dikkate değer bulmadığımızı baştan söyleyelim. Milletvekili listelerinin oluşturulması sırasında yapılan önseçimde MHP'in kurmaylarının nasıl bir hezimete uğradığı iki gün boyunca gazetelerde gayet net bir biçimde ifade edildi. MHP'nin de tabanının gönlünü kazanmak için bir şeyler yapması gerekirdi.
Neydi MHP'nin hükümette bulunduğu 3 yıl 9 aydır boynunda asılı olan ağır taş? Tabii ki PKK lideri Öcalan'ın idamı meselesi. Dün yaşanan çıkış herkesin gayet net biçimde anladığı gibi tabanı memnun etmeye yönelik sıradan hatta ucuz bir siyasi hamle.
Asıl önemli olan ise ANAP'ın, daha doğrusu Mesut Yılmaz'ın tavrı. Çarşamba günü Başbakan Bülent Ecevit'in açıklamalarıyla bir kere daha netleşti ki Yılmaz'ın hükümeti bozma çabası ifade edildiği gibi AB yanlısı bir hükümetin kurulmasına yönelik değil. Yılmaz asıl olarak seçimi erteletmeye çalışıyor. Zaten piyasaların asıl korkusu da bu.
Şimdi gelin elimizdeki verilere bakarak seçimin ertelenme olasılığının ne olduğunu bulmaya çalışalım.
Öncelikle barajın altında kalma tehlikesi olan partilerin neredeyse tamamı seçimin ertelenmesini istiyor. Milletvekili aday listelerine giremeyen 300'ün üzerindeki milletvekili, küskünler, de seçimin ertelenmesini istiyor. Ama ordunun bu konudaki tavrı çok net. Seçimin ertelenmesi fikri bile ordu tarafından hoş karşılanmıyor ayrıca bu konu ile ilgili verdiği mesaj da gayet netti hatırlarsanız.
Görünen o ki Türkiye'nin önündeki seçim takvimini değiştirmek, bu saatten sonra pek kolay değil. Kişisel kanaatim bugünkü toplantıdan ne sonuç çıkarsa çıksın seçim için 3 Kasım tarihinin değişmeyeceği yönünde. Tedbirli olmakta fayda var ama panik hem yatırımcıya hem de borsaya çok şey kaybettirir. Sakin olmakta fayda var.
Malumunuz Başbakan Bülent Ecevit'in hastanaye yatmasının ardından Kemal Derviş'in neredeyse durup dururken denilebilecek bir şekilde "Piyasalardaki belirsizliği bitirmek erken seçim tarihini belirleyin" sözleriyle başlayan sürecin sonuna yaklaşıyoruz. Eylül ayı ile birlikte şimdiye kadar yokuşun başından aşağıya doğru son hızla gelen siyaset TIR'ının oturma odalarımızın duvarlarını yıkıp tam gaz hayatımıza dalacağı ay olacak.
Mesela siyaset takvimine bir bakalım.
6 Eylül 2002 - Kıbrıs görüşmelerinde son raund. Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Glafkos Klerides, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın himayesinde Paris'te bir araya gelecek. Bugüne kadar izlediğimiz binlerce başarısız Kıbrıs görüşmesinden birine daha dünya gözüyle tanık olmak üzereyiz. Hazır olun.
11 Eylül Çarşamba - Pazarlıklar, ittifak arayışları, bölge ve sıra tartışmaları nihayete erecek ve siyasi partiler milletvekili aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu'na gönderecekler. AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan ve Necmettin Erbakan aday olabilecekler mi? Bu arada İstanbul miletvekilliği adaylağının fiyatının 250 milyar olduğu söyleniyor doğru mudur bu acaba?
16 Eylül Pazartesi - Borsayı neredeyse iki haftadır kurşun gülle gibi aşağıya çeken Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası'nın mülkiyeti ile ilgili nihayet bir karar verilmiş olacak. Hepimiz dört gözle BDDK'yı izliyoruz. Bakalım nasıl bir karar verecekler. (Bunu niye mi siyasi gelişmelerin arasına yazdım? Hadi canım bu soruyu sorarken ciddi olamazsınız!) Bu arada BDDK ayrıca bu tarihe kadar Toprakbank'ı da elden çıkartmak zorunda aksi halde bankanın lisansı iptal edilecek.
Veeeee... YSK milletvekilliğine uygun adayları işte bugün açıklayacak
26 Eylül Perşembe - Milletvekili adaylarının kesin listesi açıklanacak.
Ne kadar mantıklı nedenlere dayanıyor bilmiyorum ama borsada bu aralar bir yükseliş beklentisi hakim. "Piyasa çok sıkıştı bu noktadan sonra yukarı bir hareket bekliyoruz" diyen borsacılar bu ifadelerinin ardından önemli bir noktaya dikkat çekiyorlar:
"Ama Yapı Kredi Bankası ve Pamukbank'a dikkat!"
Bu aralar piyasanın en önemli önceliği 4 Kasım sabahı nasıl bir Türkiye'ye uyanacağımız. Siyasi yorumlara girmeye çok gerek yok ama şunu ifade edelim AKP'nin birinci parti çıktığı bir seçim sonrası piyasa oyuncularının çok fazla tercihi değil. O nedenle de 4 Kasım sabahına dair bir işaret verir umudu ile ittifakların yani milletvekili listelerinin netleşeceği 11 Eylül günü bekleniyor.
Sonbahar hareketi olur mu?
Yükseliş beklentisiin nereden kaynaklandığına gelince... Borsacılar buna gerekçe olarak eski bir tanıdığı delil gösteriyor: Mevsimsellik etkisini. Yani yatırımcılar (büyük oyuncular) tatilden dönmeye başladı ve onlar için de "iş zamanı" geliyor. Ya da en azından kriz öncesi döneme kadar bu durum böyle idi. Tabii mevzubahis eski zamanlarda yabancı yatırımcılar da yılsonu mahsuplaşmalarını yapmadan önce sonbaharda İMKB'de yeni bir alım hareketi gerçekleştirirdi.
Bu iki hareketi de son iki yıldır malum nedenlerden dolayı izleyemiyoruz. Merak ediyorum, acaba borsacıların iki yıldır görmediğimiz bir sonbahar yükselişini şimdi göreceğimiz konusundaki inancı nereden kaynaklaıyor. Yoksa "baba"lar yeni bir endeks operasyonu yapacak da onun için kılıf mı hazırlanıyor?
Yapı Kredi'nin durumu
Uluslararası Para Fonu'na (IMF) verilen Niyet Mektubu'nda bu iki bankanın mülkiyeti veya satışı ile ilgili olarak 16 Eylül tarihine kadar bir strateji oluşturulacağı taahhüt edildi. Şöyle demişiz Niyet Mektubu'nda:
Pazartesi sabahına borsa tatlı bir heyecanla başladı. Ekonominin yeni patronu Hazine'den Sorumlu Devlet Bakanı Masum Türker İMKB'yi ziyaret edecekti. Bir çoğumuz bu gezinin rutin bakan gezilerinden biri olacağını düşünüyorduk. Fakat yanıldık. Türker borsada kimsenin ummadığı bir performans sergiledi.
Aslında bugünkü yazımı yazmaya başlarken kafamda geçen haftadan bu yana yer alan bir konuyu aktarmayı planlıyordum. Arjantin'in son durumunu yani... Hele de bu sabah yeniden gazete manşetlerinde "Arjantin oluruz.." yollu açıklamaları görünce kararım pekişmişti. Tam yazıya başladım ki Türker'in borsa ziyareti ile ilgili ilk açıklamalar gelmeye başladı.
Türker borsanın mevcut durumunu değerlendiriyorken, piyasaın derin olmadığını, reel sektör ile sermaye piyasası ilişkisinin bozulduğunu ifade etmiş ve "Benim amacım reel sektörü biraz daha işin içine katıp borsayı daha derin ve aktif hale getirmek" demişti.
Bu açıklamaların ardından sayın Türker CNN Türk'e (yani bana) özel açıklamalarda da bulundu. Ki bu açıklamalarda yine bir bakandan duymaya alışık olmadığımız netlikte ifadeler vardı.
Türker, borsada derinliğin ve şirket sayısının az olması nedeniyle piyasanın "beş-altı" spekütlatörün eline kaldığını ve bu durumu değiştirmeyi hedeflediklerini söyledi. Reel sektör- sermaye piyasası ilişkisini bir kere daha vurgulayan Türker asıl önemli açıklamasını ise bu sözlerin ardından yaptı:
"Sigorta sektörü ve özel emeklilik fonlarının sermaye piyasasında kullanılabilmesi için çalışmalara başladık. Şu anda bu konu ile ilgili çalışmalar devam ediyor."
Bu sözün borsa ve borsa yatırımcısı açısından anlamı şu: Eğer bu fonlar borsaya açılırsa kaynak sorunu çözülecek ve borsada işlem hacmi artışı için artık yabancıları beklemek zorunda kalmayacağız.
Dünyanın dev borsalarından bahsediyoruz ya, işte o borsaların kaynaklarının yüzde 75'lere varan miktarının özel emeklilik ve sigorta fonları olduğunu biliyor muydunuz mesela.
Gerçi bu aralar biraz seçim meselelerine, birleşmeler ve ittifaklara, "Irak krizi sırasında ben başbakan olayım"lara, "seçim ertelemesi karşılığında başbakan ol önerisini reddettim"lere ve "hayır efendim seçim ertelensin önerisi onlardan geldi"lere takılıp kaldın ama yaşam standardının dibe vurduğunu unutmamışsındır sanırım. Üstelik de tünelin ucundaki ışığa doğru yürüyüşümüz mayıs ayı başından bu yana yerini "serip yatmaya" bırakmış durumda.
Ama "Allah'a çok şükür" ki avunabileceğimiz bir şeyler var. Bizden daha kötü durumda olanlara bakıp sevinebiliriz. Mesela Brezilya'ya...
Sayın okuyucu, bu sabah BusinessWeek'in 2 Eylül tarihli son sayısını karıştırırken son günlerin en çok konuşulan ülkesi Brezilya ile ilgili bir habere rastladım. İster istemez aklıma yine Türkiye geldi. Haberi Türkçe'ye çevirirken biraz kısalttım ama okuyunca sen de neden böyle bir yazıyı buraya alma ihtiyacı hissettiğimi anlayacaksın. Buyrun bakalım...
IMF kredisi yeterli olmayınca
7 Ağustos 2002 tarihinde Uluslararası Para Fonu (IMF) Brezilya'ya, krizle cebelleşen piyasaların düzeltilebilmesi için 30 milyar dolarlık rekor bir yardım paketi ile destek vereceğini açıkladı. Ama maalesef bu yardım paketi yeterli olmadı. Yardımın açıklandığı ilk günlerde piyasalarda bir miktar toparlanma izlendikten sonra Brezilya Borsası, bonoları ve para birimi tepetaklak yuvarlanmaya devam etti. Brezilya para birimi real, bu yıl içinde üçte bir oranında değer yitirdi, gösterge tahvilin faizi yüzde 40'ları aştı.
Uzmanlar Brezilya'daki hastalığın tedavi edilememesinin iki nedeni olduğunu belirtiyor: Borç ve siyaset. Aşağıda IMF anlaşmasının soru cevap şeklinde küçük bir analizi yer alıyor.
·IMF kredisi neden Brezilya'nın işine yaramadı?