Hisse senetleri İMKB’de işlem gören şirketler karlarını açıklamaya devam ediyor. 11 ağustos Pazartesi gününe kadar karlarını açıklayan şirketler 2002’deki sıkıntının büyük ölçüde atlatıldığını ortaya koydu. Bankalar dışarıda bırakılarak bakıldığında bugüne dek 69 İMKB şirketinin bilançolarını açıkladığı görülüyor. Bu şirketler 2002 yılının ilk altı aylık bölümündeki konsolide bilanço rakamlarına göre 7 trilyon lira zarar eti. 2003 yılını ilk altı aylık döneminde ise aynı şirketlerin zarardan kurtuldukları hata konsolide karlarının 981 trilyon liraya çıktığını görüyoruz.
Dolar bazında konsolide bilanço rakamlarına bakıldığında ise yine aynı 69 şirketin 2002 yılının ilk altı aylık döneminde 5 milyon dolarlık zarar ettikleri, buna karşılık 2003 yılının ilk altı aylık döneminde ise 624 milyon dolarlık bir kar rakamına imza attıkları görülüyor.
Bu arada aynı dönem içinde kar rakamlarını açıklayan Akbank, Dışbank ve Tekstilbank’ın kar rakamları da dahil edildiğinde geçen yıl Türk Lirası bazında 462 trilyon lira olan konsolide kar rakamının 1.5 katrilyona çıktığı görülüyor. Bu rakamlara dolar bazında baktığımızda ise 2002 yılının ilk altı aylık döneminde 225 milyon dolarlık konsolide kar rakamının 2003 yılının ilk altı ayında 1 milyar dolara çıktığı görülüyor.
Uzmanlar kar rakamlarını yorumlarken artışın büyük oranda dolar kurundaki düşüşten kaynaklandığını belirtiyor. 2002 yılında yine kur farkı nedeniyle şirketlerin ciddi zararlar yazdığını belirten uzmanlar, “2002 yılındaki zararlar kur farkından kaynaklanan fiktif zararlardı, şimdiki karların bir kısmının da yine kur farkından kaynaklanan fiktif karlar. Ama esas faaliyet karlarındaki artış da dikat çekici.” Yorumunu yapıyor.
Türkiye Irak’a asker gönderecek mi? Asıl soru bu. Elbette ki orman vasfını yitirmiş, ya da orman vasfı son yangınlar neticesinde cebren yitirtilmiş, orman arazilerinin imara açılması ile ilgili Anayasa değişikliği oylaması da hayati öneme sahip ama asıl mesele Irak’a asker gönderilmesi meselesi.
Türkiye yeni bir batağın içine doğru itiliyor ve 1 Mart’ta Türk topraklarının A:D askerlerine açılması ve Türk askerinin ABD askerleri ile birlikte Irak’ savaşına katılması için Meclis’e gönderilen ve reddedilen tezkerenin taraftarları seslerini bir kere daha yükseltmeye başladılar. Görünen o ki Ağustos ayından sonra hükümet yeni bir tezkere ile Meclis’e gelecek ve Türkiye için yeni bir dönem başlatılmaya çalışılacak.
Hükümetin istediğini yaptığını, yani Irak’a asker gönderme kararının geçtiğini düşünelim. Bunun piyasalar açısından nasıl bir sonucu olabilir? Görüldüğü kadarıyla Türk tarafının tek kazancı savaş başlamadan önce “kalbini kırdığı” ABD’nin gönlünü aldığını düşünmesi olacak. ABD ise hem kendi vatandaşları hem en sıkı müttefiki olan İngiltere hem de dünyanın geri kalanı tarafından meşruiyeti sorgulanan bu operasyona Türkiye’yi de dahil etmiş olacak. Türkiye eğer Polonya örneğinde olduğu gibi NATO’dan lojistik destek sözü alabilirse de ABD uluslar arası meşruiyeti olmayan bu operasyonu meşrulaştırmış olacak. Polonya örneği bu meşruiyeti sağlamıyor mu sorusunu cevabı ise açık.
Elbette ki savaşın başında ABD’ye destek vermeyen Türkiye’nin varlığı meşruiyet açısından çok daha önemli. Sonra Türk askerinin görev yapacağı bölge, yani Sünni üçgeni diye tanımlanan ve savaşın bittiğinin açıklandığı 1 Mayıs’tan bu yana 50’nin üzerinde ABD askerinin öldürüldüğü bölge de ek başına bir sorun. Türk askerinin Irak direnişi tarafından hedef olarak görülmesi ve bu çerçevede Türk askerine karşı eyleme geçilmesi olasılığını da gözardı etmeyelim lütfen. Orada bize ait olamayan bir savaş sürüyor.
Mevcut gündemimizde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ABD temasları, faiz dışı fazla rakamının tutturulabilmesi için alınması gereken ek tedbirler ve 7. uyum paketinin dün Bakanlar Kurulu’nda kabul edilmesinin ardından Meclis’e sevk edilmesi var.
Bu arada Anayasa Mahkemesi’nin ek motorlu taşıtlar vergisine ilişkin iptal kararı vermesinin ardından gözler de hükümetin Meclis’teki çalışmalarına çevrildi. Hem AB uyum yasaları hem de ekonomik programla ilgili yasaların akıbeti, zamanlaması, etkinliği ve tabii ki Anayasa’ya uygunluğu tartışılmaya, izlenmeye başladı.
Şimdi iki önemli yasa, Bağ-Kur ve SSK yasaları komisyonlarda görüşüldükten sonra Meclis Genel Kurul’una sevk edilmiş durumda. Bu kanunların akıbeti piyasalar açsından önemli olacak.
Bu arada Irak’a asker gönderilmesi meselesinin de eski tezkere ile halledilemeyeceği, bunun için yeni bir tezkere daha gerekeceği yönündeki görüş de ağırlık kazanıyor. Son olarak bu yönde bir açıklama da Cumhurbaşkanı’ndan geldi.
Borsa endeksi 10.800 puan seviyesinde tutunamadı. Bununla da kalmadı 10.600 puan seviyesinin de altına geriledi. 10.600 puandaki desteğini de kıran endeksi 10.400’lerde tutunur diye düşünülüyordu ama dün ve bugün birinci seans itibariyle endeksin 10.300’lü seviyelere kadar gerilediğini gördük.
Fakat bu arada olumlu bir gelişmeyi de gözlemledik. Endeks 10.400’ün altına gelince bu seviyelerden hafif de olsa alım gelmeye başladı. Bu alımlar de endeksin kısa vadede girdiği düşüş trendinin sona erdiğini ve yeni gelişmelerin en kötü ihtimalle 10.400 puan seviyesinin üzerinde bekleneceğini ortaya koydu.
Dört temel meselenin altını çizelim. Irak’a asker gönderilmesi, Makro hedeflerde revizyon, harcama kısıcı ek tedbirler ve ek vergi yasasının iptal olasılığı... Bu meseleler arasında en önemli olanı Irak’a asker gönderilmesi ve bunun etrafında dönen tartışmalar. Diğer meseleleri daha önce sıraladığımız ve ayrıntılandırdığımız için şimdi asıl meseleye bakma zamanı. Çünkü Türkiye ekonomi alanında 2000 temmuzu gibi bir sürecin benzerini yaşarken, Süleymaniye baskını ile kritik bir sürece giren Türkiye-ABD ilişkileri de ikinci bir 1 mart sürecini yaşamaya gebe.
Üstelik bu kez olası bir anlaşmazlık durumunda iki ülke arasındaki ilişkiler çok daha vahim bir sürece girebilir. Üstelik bu durum içerde de AKP hükümetinin güvenilirliğine çok sert bir darbe vuracağı için iktidar boşluğu tehlikesini dibinde barındırıyor. Yani Türkiye çok önemli bir dönemecin eşiğinde ve tek umuduz AKP hükümetinin arabayı devirmeden bu dönemeçten geçirmesi. Fakat asker gönderme meselesi üzerinde Başbakan’ın söylediğini Dışişleri Bakanı’nın tekzip ve tashih ettiğini hatırlarsak -sadece bu meselede değil daha önce başka meselelerde de aynı durumu yaşadık- piyasaların neden bu kadar diken üstünde seyrettiğini daha iyi anlayabileceğiz.
Açıkçası bu ana kadar ben bu asker gönderme meselesinin diplomatik kurallar çerçevesinde nasıl tanımlanması gerektiğini ve şu anda bulunduğu yerin ne olduğunu bilmiyorum. Üstelik şimdi bir de ABD’den taleplerimiz olacağını öğrendik. 1 mart ile inanılmaz bir paralellik...
Açıkçası bu meselenin aslını astarını anlamamız için Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ABD temaslarının bitmesini bekleyeceğiz. Çok büyük bir olasılıkla da meselenin ayrıntılarının netleşmesi Dışişleri Bakanı’nın gezisinin sonuna hatta belki Türkiye’ye dönüşüne kalacak.
“Makro ekonomik hedeflerde revizyon yapılmayacak. Ek tedbir düşünmüyoruz. IMF Programı devam ediyor”. Geride bıraktığımız iki aylık süreçte bu sözleri Başta Devlet Bakanı Ali Babacan olmak üzere AKP hükümetinin ekonomi yetkililerinden sık sık duyduk. Fakat son üç gün içinde gelen iki farklı açıklama hükümete yönelik olarak son günlerde yeniden tesis olunmaya başlayan güveni yerle bir etti. Önce IMF heyetinin 5. gözden geçirme Çalışmalarının ardından 2.3 katrilyonluk açığın karşılanması için harcama kısıcı tedbirlere başvurulacağı açıklandı.
Yani ek tedbirlere başvurulacağı... Ardından da bugün Reuters Haber Ajansı adını açıklamadığı bir ekonomi yetkilisinin açıklamalarına dayanarak hükümetin cari işlemler açığı tahminin 6.1 milyar dolardan 7.4 milyar dolara revize edildiğini belirtti. Aynı açıklamada yıl sonu ihracat hedefinin 40.6 milyar dolardan 43.5 milyar dolara, ithalat tahminin ise 55.4 milyar dolardan 61.5 milyar dolara revize edildiği de belirtildi. Karamsar hata kötü rakamlar bunlar. Aynı açıklamada, son dönemde yurda giriş yapan turist sayısındaki artış nedeniyle, yılsonu turizm gelirleri hedefinin ise daha önce düşürüldüğü 7.9 milyar dolarlık seviyeden tekrar 8.5 milyar dolara çekildiği bilgisi de yer aldı. Bu artış olumlu ama pek inandırıcı değil. Çünkü yetkililer turist girişinde rakamsal artışı doğrularken bu artışın gelir üzerindeki etkisinin bu kadar büyük olmayacağını belirtiyor.
Ayrıca aynı yetkili GSMH tahmininin de dolar kurundaki düşüş nedeniyle tekrar hesaplanarak 200.3 milyar dolardan 234 milyar dolara çıkartılacağını ifade etmiş. Piyasa uzmanları ve yatırımcılar bu açıklamaları değerlendirirken, maalesef, tıpkı turizm gelirlerindeki artışın abartıldığını düşündükleri gibi GSMH hedefinin de abartıldığını düşünüyorlar.
Hele de eylül ekim aylarında dolarda hızlı bir düzeltme beklenirken bir noktayı daha vurgulamak gerek. Bu revizyon 5. gözden geçirme çalışmaları sırasında gelen ikinci revizyon. Daha önce de, yani 5. gözden geçirmenin başladığı günlerde; ithalat, ihracat, cari açık ve GSMH tahminlerinin revize edildiğini görmüştük. Herhalde bir gözden geçirmede iki kez makro hedeflerde revizyon yapma lüksü bir tek bu hükümete nasip olmuştur.
Bundan sonra piyasaların toparlanması pek kolay olmayacak. Önümüzdeki iki aylık süreç piyasalarda oldukça kritik geçecek. Çünkü yüksek sesle söylenmese bile bu revizyonlar yılsonu hedeflerinin tutturulup tutturulamayacağı konusunda ciddi şüphelere yol açmış görünüyor.
Merkez Bankası’nın geçen hafta Cuma günü dolarda alım yönünde gerçekleştirdiği müdahale ve günlük döviz alım ihalelerinde miktarı 50 milyon dolara çıkarmasının ardından gözler bir kere daha doların fiyatına çevrildi. Müdahaleye rağmen dolar yine yasak sınır olarak kabul edilen 1 milyon 400 bin lira sınırının altına geriledi. Merkez Bankası’nın yaklaşık 900 milyon dolarlık bu müdahalesinin ardından yapılan açıklamada “dolar arzındaki artışın beklenenden çok olmasının” etkili olduğu ifade edildi.
Tabii ki asıl neden olarak yine kurdaki aşırı oynaklığa vurgu yapıldı. Ama tüm piyasalarda artık gayet net olarak biliniyor ki kurun 1 milyon 400 bin lira seviyesinin altına inmesi Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesi açısından pek olumlu görünmüyor. Çünkü Merkez Bankası düşük kurun ithal ürünlere yönelimi körükleyeceği ve ertelenmiş talebin patlayacağından endişe ediyor.
Fakat Cuma günkü müdahale ile gündemimize başka bir dolar sorusu daha girdi. Piyasaya akan bu paranın menşeinin neresi olduğu sorusu...
Ne DTH, ne yastık altı, ne bankalar, ne o, ne bu... Bu paranın adresi belli değil. Tabii ki bir sürü senaryo ortaya atılıyor. Bir sürü cin fikir ortalıkta cirit atıyor. Hatta hemen herkesin bildiği bir söylentiye göre bu paranın adresi Irak. Yani bizim piyasamıza giren para Saddam dolarları. Bu konuda o kadar ileri gidiyor ki söylentinin savunucuları bu iddialarını kimi senaryolarla da destekliyorlar. Mesela Türkiye ABD’ye destek vermediği için Saddam ülkeden çıkartacağı bu para için Türkiye’yi seçmiş. Yani bir nevi kıyak. Miktar vermekten de geri durmuyorlar, söylentiye göre bu paranın miktarı da 20 milyar dolar kadarmış...
Bu söylentiye yazıda değinmemizin nedeni işin ciddiyetini tartışmak değil. Sadece ortada adresi belli olmayan bir dolar arzı bulunduğunu ve herkesin de, hakkında söylentiler yayacak kadar, bu durumun farkında olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Şaka değil Merkez Bankasının bu yılki doğrudan alım ve müdahaleleri sonucu aldığı dolar miktarı 3.5 milyar doları aşmış durumda. Merkez Bankası’nın artık bu meseleye bir açıklık getirmesi gerekli... Yoksa yakında Bush dolarları, Çeçen dolarları, KGB dolarları hata Noriega ve Nasreddin Hoca dolarlarını konuşmaya başlayacağız.
Piyasa aktörleri bu gelişmeden elbette ki rahatsız. Başta da borsacılar. Çünkü bu akışın ekonomik dengeleri bozduğunu, cari açık ile ilgili potansiyel tehlikeyi azdırdığını düşünüyorlar. Bir de tabii ki İMKB 100 Endeksi’nin dolar bazındaki değeri de düşmediği için yabancı yatırımcı umudunun da bir türlü yeşeremediğini ifade ediyorlar.
Ermeni diasporası tarafından ABD Senatosu’nda görüşülen bütçe tasarısına sokuşturulmaya çalışılan “soykırım tasarısı” piyasaların bugünkü kriz konusu.
Herkes gözünü ABD’ye dikmiş gelecek haberleri bekliyor. Derken bir haber piyasaların rdahat bir nefes almasına neden oluyor: Yasa tasarısı görüşme gündeminden çıkartıldı! Ama bu sevinç kısa sürüyor çünkü ABD’nin Ankara eski Büyükelçisi Robert Pearson veda ziyaretleri sırasında bir gazeteci sırasında sorulan bu yöndeki soruyu “Henüz teyit edemedim” deyince büyük bir sukut-u hayal yaşandığını görebiliyoruz.
Piyasalardaki gerginliği ve hareketi anlamak için rakamlara ve hareketlere bakmak yeterli oluyor. Fakat zaman geçtikçe piyasaların durulmaya başladığını ve bulunduğu seviyeleri rakamsal olarak çok fazla terk etmek istemediğine tanık oluyoruz. Yani o kriz günlerini geride bırakmış. Kur yeniden 1 milyon 430 binli seviyelerden 1 milyon 390 binli seviyelere doğru gerilemiş durumda. Borsa bir ara 10 bin 500 puan seviyesini denedi ama tutunamayıp 10 bin 400’lere doğru geriledi. Faizler ise 18 Ağustos 2004 kağıdında Çarşamba günü yüzde 56.5 seviyesine kadar çıktıktan sonra bugün ve Pazartesi valörlü işlemlerde yüzde 51’lere gerilemiş durumda.
Piyasaların Ermeni soykırımı denilen meseleye nasıl baktığına geçmeden önce en kaba hatlarıyla meseleyi bir tanımlamakta fayda var. Yani biz Türkler bir sabah uyanıp “Hadi şu Ermenileri bir keselim” demedik elbette ki. Meselenin bir geçmişi var. Ki zaten o geçmişe bakıldığında da Diasporanın soykırım dediği şeye bizim neden “sözde” tanımlamasını eklediğimiz ortaya çıkacak. Çünkü Ermeni soykırımı diye bir şey aslında yok! Buna kızacak kimi okuyucularım olabilir ama onlara bir tavsiyemiz var. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) tarafından periyodik olarak yayımlanan Ermeni Araştırmaları isimli yayının takip eder ve hatta eski sayılarını edinmenin bir yolunu bulursanız, Osmanlı’nın “teba-i sıdıka”sının nasıl bu hale geldiğini ve yukarıdaki cümlenin ne kadar doğru olduğunu üstelik büyük bir hayretle öğrenebilirsiniz.
Ermeni Diasporası becerebildiği her ülkenin her yasal kurumunda bu tasarıyı kabul ettirmeye çalışıyor. Parlamento, yerel parlamento, belediye meclisi, kiliseler birliği fark etmeden, mümkün olan her yerde… Amaç, kamuoyu yaratmak, bu kamuoyunun kurumsallaşmasını sağlamak ve böylelikle de hükümetlere tasarının kabulü için baskı grubu oluşturmak… ABD’de bu tasarının kabul edilmesi olasılığı Türkiye-ABD ilişkilerinin girdiği gergin dönemi daha da gerginleştireceği için kısa vadede sıkıntı yaratıyor. Ama sorun bu kadarla kalmıyor. Kazara da olsa bu tasarı kabul edilirse bu Diaspora’nın bugüne kadarki en büyük başarısı olacak. Ve uluslararası tanınırlık için çok önemli bir adım atılmış olacak. Arkasından da “verin bakalım” diyecekler Kars, Ardahan, Ağrı ve tüm bir Doğu Anadolu… “Tazminat verin” de diyecekler. En kötüsü de ulusal onurumuz telafi edilemeyecek bir yara alacak.