BİR süredir İngiliz atının anavatanı İngiltere’deyim. Buradaki atçılığa ve at yarışçılığına daha yakın bir gözlükle bakmaya çalışıyorum. Baktıkça görüyorum ki, Türkiye’de de işi bu seviyelere taşımak, çıtayı biraz daha yükseltmek o kadar da zor değil. Sevgili Şeref Gedik’in haklı sözleri geliyor aklıma, “Amerika’yı yeniden keşfetmek gerekmiyor.”
Her konuda olduğu gibi, disipline, sağlıklı akla ve biraz daha fazla devlet desteğine ihtiyacımız var, hepsi bu. Yoksa, alabildiğine büyük yemyeşil alanlar, dünya ölçeğinde değerli kan hatlarının en önemli temsilcisi aygırlar ve kısraklar bizde de var. Tesislerimiz buradakilerin çoğu ile rahatlıkla boy ölçüşebilecek nitelikte. Atı sevmek derseniz, bu konuda da kimse elimize su dökemez. Demek ki sadece “sevmek” yetmiyor... Ünlü düşünür Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” isimli kitabı şöyle başlar, “...sevmek bir sanat mıdır? Sanatsa bilgi ve çaba gerektirir.” Bizde sevmek de çoğu kez arabesk ölçüler içindedir. Damdan düşer gibi severiz ve kendimizi akıntıya kaptırır gideriz. Düşünmeden, öğrenmeden, uğraşmadan, emeksiz. Olmuyor işte o zaman. Birşeyler eksik kalıyor. Sevgi üzerine Üzerinde güneşin hiç batmadığı Birleşik Krallıklar’da da olsanız, söze “at”la başlayınca bir anda SEVGİ’ye ulaşıyorsunuz ister istemez. Ata nasıl olsa geri döneceğiz, iyisi mi laf açılmışken sevgiden bahsedelim biraz. Dörtnala sevmek.. “Dörtnala” dilimizde çoklukla sürati, yoğunluğu tasvir etmek için kullanılır. Bu yüzden, “sevmek” kelimesinin başına ne kadar çok yakışacağı tartışmasızdır. İnsanı sevmek... İnsanı dörtnala sevmek gerek. Barış içinde, bir arada yaşamanın ilk ve en önemli koşulu budur. İnsanı sevmek aynı zamanda ona duyulması gereken saygının bir sonucudur. Sevgisiz bir toplumda hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceği kuşkusuzdur. Sevgi yoksa mutluluk da yoktur. Doğayı sevmek... Doğa olmasa, insan da olmaz. İnsan olmasa, sevgi de olmaz. Öyleyse doğayı var gücümüzle sevmek ve titizlikle korumak zorundayız. Zehirlediğimiz havanın, kirlettiğimiz denizin, yaktığımız ormanın faturasını birgün çocuklarımızın ödeyeceğini unutmayalım.. Tanrıyı sevmek... Bilim adamları, ilk canlı saydığımız tek hücrelinin dahi bir tesadüfün sonucu olarak oluşamayacağını kanıtlamış bulunuyor. Einstein’ın dediği gibi, “Uyum içindeki bu muazzam düzeni yaratan tanrıya evet.” Tanrıya ondan korkarak değil onu dörtnala severek inanmalıyız. Ve atlar... Bana göre tanrının insana sunduğu en güzel armağanlardan biri. Onları korumalı ve kollamalıyız. Sadece kuru bir sevginin hiçbir zaman yeterli olmayacağı gerçeğinden hareketle, uzmanları konuyu akılcı bir biçimde tartışmalı ve gerekli destek ve iyileştirme bir an önce gerçekleştirilmelidir. Vergi ve kesintilerin biraz düşürülmesi... Sektörün heyecanla beklediği müjde budur.