Paylaş
Hurriler, Mitanniler, Asurlar, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selökidler, Partlar, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar... Sonra müslüman medeniyetler. Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Büyük Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Eyyubiler, Akkoyunlular, Safeviler ve nihayet Osmanlılar... M.Ö. 3000’den günümüze sayısız medeniyete beşiklik yapmış bir kenttir Diyarbakır. Yavuz Sultan Selim döneminde, Şah İsmail idaresindeki İran egemenliğinden bize geçişinin tarihi 15 Eylül 1515’dir. Bugünlerde 494. yıldönümü, birkaç yıl sonra tam 500 yıllık bir hazine.
Coğrafyasından kaynaklanan büyük stratejik önemi bir yana, yüzyıllar boyu üzerinde yaşamış onlarca farklı kökenli insan topluluğundan kalan tarih ve kültür mirası bakımından bu kent eşi az bulunur değerde bir yerleşim merkezidir. Bu değerde bir kentin İngiltere, Fransa, Almanya gibi bir ülkede varolduğunu düşünsenize. Kimbilir neler yaparlardı onu korumak için, nasıl süslerler, nasıl tanıtırlardı.
Peki bugüne kadar biz ne yaptık, ne yapıyoruz? Geç bile olsa, bir yerlerden başlamak gerekmez mi?
At deyip de geçmeyin
BİSMİL ilçesinin Tepe beldesinden bir Diyarbakır’lı, doğup büyüdüğü topraklara ve coğrafyaya aşık Diyarbakır’lı bir bakan Diyarbakır’a bir hipodrom yaptırdı. Birkaç hafta içinde hizmete açılacak bu tesisin önemi akıl sağlığı yerinde hiç kimse tarafından yadsınamaz. Gerekçesini iki başlık altında ve kısaca anlatmaya çalışacağım. Hipodrom, dolayısıyla atçılık ve at yarışları neden önemlidir? Peki, Diyarbakır’a hipodrom yapmanın önemi nedir?
Ortak payda
Türk insanı için atın önemini hepimiz biliyoruz. Bu değerli yaratığın, tanrının insanoğluna bahşettiği en güzel armağanlardan biri olduğunu bu satırlarda birçok kez dile getirdim. At yarışlarının önemi ise, Büyük Önder Atatürk’ün de kısaca özetlediği gibi, öncelikle toplumsal bir ihtiyaç olmasından kaynaklanmaktadır. Futbol gibi, basketbol gibi, konser ya da bir şenlik gibi. Toplumun değişik katmanlarını birbirine yaklaştırmanın, hatta yaklaştırmaktan öte birbirine yapıştırarak bir bütün haline getirmenin tutkalı bu gibi etkinliklerdir.
Bir futbol maçı seyrederken izleyici toplumsal bir bütünlük içindedir. Orada laz-gürcü, alevi-sünni, yahudi-arap yoktur. Çok çok, “senin takım, benim takım” vardır. Rekabet güle oynaya yapılır, kavga yapılmaz. İşte at yarışı da böyle bir etkinliktir. Tuttuğunuz, ya da kazanmasını arzu ettiğiniz at için heyecanlanırken, yanıbaşınızda başka bir at için tezahürat yapan izleyicinin etnik kimliği, teninin rengi, konuştuğu dil sizi hiç ilgilendirmeyecektir. Konu budur. Kardeşlik, bütünlük, birlik, beraberlik böyle böyle oluşur.
Peki Diyarbakır’a hipodrom yapmanın başka illere hipodrom yapmaktan ne farkı vardır?. Çok farkı vardır.
Yıllardır onbinlerce insanımızın hayatına malolan terör acaba sanıldığı, ya da kimilerince ileri sürüldüğü gibi etnik bir farklılıktan mı, yoksa bölgenin ekonomik, kültürel ve sosyal anlamda bilinçli ya da bilinçsiz ihmalinden mi kaynaklanmıştır? Bu soruya verilecek yanıt çok önemlidir.
Futbolda Diyarbakırspor örneğinde olduğu gibi, Diyarbakır’da açılacak hipodromun bölge insanını kaynaştırma konusundaki işlevi ve önemi kısa sürede anlaşılacaktır. Bu ve benzeri etkinlikler barışın ve ortak yaşamın olmazsa olmazıdır. Üstelik atın Diyarbakır’lı için futbol topundan daha değerli ve daha önemli olduğu tartışmasızdır. At ve hipodrom Diyarbakır’lı için yol, su, elektrik kadar önemlidir, hatta daha da önemlidir.
Tarım Bakanı Mehmet Mehdi Eker’i bu son derece akıllı ve özverili girişimi için yürekten kutlamak gerekir. O böylece bir yandan da kendi hükümetine son günlerin tartışma konusu “demokratik açılım” için bir yol haritası göstermektedir!..
Paylaş