Yönetenlerin ayaklar altına aldığı kelime: Bilimsellik!
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
GALİBA; Türkiye’yi yönetmeye talip olmak isteyenlerin rüştlerini ispat etmek için ‘bilim’ kelimesine karşı ne kadar saygısız olduklarını göstermeleri gerekiyor.
Fark etmiyor; ister Adalet Bakanı, ister muhalefet milletvekili, isterse YÖK üyesi olmak için ‘bilimsel yaklaşımı’n ne olduğunu anlamamakta ısrarlı olmak gerekiyor.
* * *
‘Ermeni meselesini’ resmi görüşün dışında tartışmak isteyenler bir araya gelmeye çalıştı, ancak resmi görüşü savunanların öyle bir hışmına uğradılar ki, korkup tartışmaktan vazgeçtiler.
Bu kavga sırasında hep beraber gördük ki; bizi yönetenler; bizi taşıdıklarını iddia ettikleri Batı medeniyet çığırının 20. yüzyılda kucaklamaya çalıştığı bilimsel metodolojinin ne anlama geldiğini zerre kadar anlamamışlar.
Hatta, üniversiteleri yönetme iddiasında olanlar da, bilimsel metodolojinin ne olduğunu hiç ama hiç kavrayamamışlar.
Resmi tezi savunanların resmi tezi savunmayanlardan hiç korkmaması gerekirdi!
Zira:
1) Bilimde ‘tek gerçeklik’ yoktur! Bırakın sosyal meseleleri, fizik türü ‘müspet bilimlerde’ dahi tek sonuç yoktur.
Bunun içindir ki; fizik sınavında ‘Hocam sorular geçen yılın aynı!’ diyen öğrenciye Albert Einstein ‘Ama bu yıl cevaplar farklı!’ diye cevap verir.
Bilimde ‘tekillik’ kavramı sadece kullanılan ‘bilimsel metodolojide’ tekillik-aynılık için geçerlidir, varılan sonuçların aynı olması katiyen gerekmez.
Doğruluğu ‘bilimsel metodoloji’ ile ‘ispat edilen’ ve hipotez seviyesinden teori seviyesine (‘bilimsel gerçek’!) yükselen tezler dahi bilim dünyasında sadece ‘aksi ispat edilene dek geçerlidir’.
* * *
2) Bu saptamalara göre: i) ‘bilimsel konferans’ kavramı yoktur, ii)konferansların her görüşü temsil mecburiyeti hiç yoktur, iii) varılacak sonuçları da ‘ayet’ gibi algılayıp korkarak; daha ifadelerini bulmadan ‘şeytan ayetleri’ olarak yorumlamak da sadece ayak oyunlarını sevenlerin dürtüsü olabilir.
* * *
3) Üniversitelerde isteyen istediğini tartışır. Pekálá ‘laiklik’ de tartışılır. Hatta İslam’ın altın çağı olarak nitelenen dönemlerde bizzat medreselerde ‘Allah’ın var olup olmadığı’ tartışılmıştır.
Bir konferansta isteyen istediğini söyler, varılan sonuçları da isteyen istediği gibi irdeler. Konferanstan sonra aksi görüşte olanların da aynı üniversitede başka bir konferans tertip etmesi ve kendi görüşlerini ifade etmesinde hiçbir mahzur yoktur.
Resmi görüşçüler sabırlı davranıp, iptal edilen konferansta verilen tebliğleri kullandıkları ‘bilimsel metodoloji’ açısından irdeleselerdi, çok daha etkin olurlardı.
* * *
4) 1915’te yaşananlara verilecek ‘isim’ ile ‘bilimin’ hiç alakası yoktur. Arşivlerin tetkiki ile ancak ‘kanaat’ oluşturulur, ‘bilimsel ispat’ yapılamaz!
Aynı arşivin tetkikinde bile farklı kanaatler oluşabilir!
Siyasetin bilimin değil, bilimin siyasetin emrinde olduğu ülkelerde ‘bilim adamı’ değil, ancak ‘kapı kulu’ yetişir!