YILLARDIR, belki de 10-15 yıldır görüşmemiştik. Telefonda sesini anında tanıdığımı hissettim. Adını verince doğru teşhiste bulunduğuma hükmettim ve kendimi kutladım.
Dudağıma kendimi kutsayan bir gülümseme yerleşti. Ancak, dikkat ettim, “Başkan”ın sesi hüzünlüydü. Sesindeki hüzün o kadar gerçekti ki, beni de anında etkiledi. Gülümsemenin yerini buruk bir duygu aldı. Meraklı bir bekleyiş beni teslim aldı. Sanki kötü bir haber verecekti. “Hayır olsun!” edasında vereceği haberi bekledim. Birden: “Hakkını helal et!” deyiverdi. Çok ama çok şaşırdım. “Başkan” benden en az 10 yaş büyüktü ve kendisi üzerinde hiçbir emeğim yoktu ki, hakkım olsun. Bunu söylediğimde bana beraber yaşadığımız bazı olayları hatırlattı. Hayal meyal hatırladığım ve diğer birçok arkadaşla ortak geliştirdiğimiz çalışmalarda benim kendisine herhangi bir anlamlı katkım olduğunu zannetmiyorum. Ama artık o ulaşabildiği herkese ulaşıp, “helallik” istediğini belirtti. Gördüğü “iyiliğin” boyutu ve anlamı önemli değildi. Hayatına karışmış herkes ile ama herkes ile helalleşmek istiyordu. * * * Ben utanarak: “Estağfurullah, herhangi bir katkım olduysa bin kere helal olsun!” minvalli birkaç söz sarf ettim. Ancak, o anda sanki başka bir şey söylemek istediğini de hissettim. “Başkan sende başka bir şey var!” türü bir söz sarf ettim. Sanki o anda telefonun öbür ucunda birkaç damla gözyaşı aktı. “Bir buçuk sene önce eşimi kaybettim. Tabii ki, herkesin eşi özeldir. Benim eşim de özeldi. O benim her şeyimdi. O gittikten sonra dünyada tutunacak dalım kalmadı. Şimdi çok ama çok yalnızım.” Düşündüm, Başkan’ın etrafı zamanında insandan geçilmezdi. Odası insanlarla doluydu. Akşamları birkaç merasime birden katılır, yüzlerce insanın arasından sıyrılıp, biricik eşine ulaşamazdı. Şimdi ise yalnızlıktan, yapayalnız kalmaktan şikâyetçi idi. Başkan, başkanlığı bıraktıktan sonra etrafını dolduran, kapısından kopmayan insanlar bir anda yok olmuştu. Zira, Başkan artık “ulufe” dağıtabilen bir mevkide değildi. Artık, imar izni veremiyor, başkaları için iş, aş yaratamıyordu. Sözü ortak bir arkadaşa getirdi. İsim vermedi ama ben kimi kastettiğini anında bildim. “Eskiden kapımdan ayrılmazdı, günde iki kez aramadan yapamazdı.” Başkan’a: “O seni değil, elindeki gücü kutsuyordu” diyemedim. * * * Başkan’ın zamanında elinde tuttuğu güce, dolayısı ile çevreye hepimiz sahip olamayız. Ama, “evvel gidenlerden” olmaz isek, bir gün mutlaka “ölümü tadacağımız” gibi “yalnızlığı da tadacağız”. Rahmetli babamın anamı kaybettikten sonra nasıl yalnızlaştığını çok iyi hatırlıyorum. Onun o yalnız hayatına ilaç olmadığımı da çok iyi biliyorum. * * * “Başkan”ın hüzünlü konuşması birden beni de içine aldı. İki oğlum var ama onlar da ancak benim babama gösterdiğim kadar ilgiyi bana gösterecekler. Mesafeli yakınlık! Sık sık kullandığım bir söz gırtlağımı tıkadı: “Allah’ım bana uzun ömür ver ama canımı Neriman’ın kucağında al!” O arkadan gelsin!