ANAYASA değişikliği tartışmaları hepimizi aldı götürdü. Hemen herkes tartışmalarla ilgili olarak, şöyle veya böyle, keskin bir tavır aldı.
Tavır almaktan da öte, ama TBMM’de, ama medyada, iş eninde sonunda kavgaya vardı. Tartışmaları canla başla yapıyoruz, zira biliyoruz ki tartıştığımız Anayasa değişikliğinden çok öte bir olgudur. The Wall Street Journal Türkiye’de olan bitenlere “kansız iç savaş” dedi. Ben de uzun süredir Türkiye’de bir türlü sonlandırılamayan “paylaşım savaşı”nın sön dönemde ayyuka çıktığını iddia ediyorum. Anayasa tartışmaları sadece anayasa tartışmaları değildir! Türkiye Cumhuriyeti çok önemli bir yol ayrımında. Bu hafta salı-çarşamba-perşembe günleri bu konuyu tartışacağım. * * * Galiba Cumhuriyet tarihinde bir dönem sona eriyor. Bu dönemin adına kabaca “askeri-bürokratik vesayet” dönemi diyebiliriz. Bu saptamada hükümet yandaşı bazı yazarlarla benzer düşünüyorum. Ancak, ben onlar gibi Türkiye’nin “demokrasi”ye değil, başka bir vesayete, “sivil vesayet”e yönlendiği düşüncesindeyim. Söyledim, Türkiye’de “paylaşım savaşı” devam ediyor. Üstelik en keskin dönemine girildi. Savaş, paylaşımdan yeteri kadar pay almadıklarını düşünenler ile cumhuriyetin kuruluşundan beri aldıkları payın elden gitmesinden korkanlar arasında. Ne zaman ki, paylaşım savaşı sona erer, taraflar aldıkları paya rıza gösterirler, işte o zaman optimum noktada “bir arada yaşamak” için demokrasi aranır. Demokrasi uzlaşma rejimidir. Taraflar ancak paylaşımdan aldıkları paya razı olduklarında uzlaşma ararlar. Bu uzlaşma Türkiye için henüz çok erken! * * * Savaşın adına “sınıf savaşı” diyemiyorum. Marksist anlamda sınıflar arası bir savaş yok. Her iki tarafta da çeşitli ekonomik sınıflardan insanlar var. Hatta, aynı sınıftan insanlar değişik saflarda da olabiliyor. Paylaşım mücadelesi sadece ekonomik alanda da değil. Ekonomik düzlemde bir paylaşım savaşı muhakkak var. Ama savaş aynı anda siyasal ve sosyal alanda da veriliyor. Türkiye, cumhuriyet kurulduğundan beri her türlü sosyal katmanın karmakarışık bir şekilde içinde bulunduğu ekonomik/siyasal/sosyal bir paylaşım savaşı veriyor ve AKP dönemi ile finale gidiyoruz. * * * Bugün kuruluş şekline şiddetle itiraz edenlerin, o dönem yaşasalardı, yine aynı tarzda kuracakları gibi, Türkiye Cumhuriyeti tepedeki bir avuç elitin askeri ve sivil bürokrasi üzerinden devlet aygıtını ele geçirerek zihinlerindeki tasavvuru hayata geçirmek için verdikleri mücadele sonunda kuruldu. Başka türlü olamazdı, iyi ki de böyle davranmışlar. Ancak onların zihnindeki tasavvur kitlelerin paylaştığı bir tasavvur değildi ve elit, evladının iyiliği için gerekirse zor kullanmaktan çekinmeyen ebeveyn edası içinde kendisi için doğru olanın kitleler için de doğru olduğu inancı ile tasavvurundaki Türkiye’yi dayattı. Her ihtilal gibi “Anadolu ihtilali” bir avuç önderin tepeden inme yaptırımları ile gerçekleşti! Yaptırımlar acele yapılması gereken eylemlerdi ve zihinlere yer edecek zamanı yoktu. Tersten söyleyelim, kitlenin zihni değişimi kaldıracak altyapısı da yoktu. O zaman “devrim” görünümü hedef almak zorundaydı ve nitekim de öyle yaptı. Tasavvur 600 yıllık “hayat tarzı”nı hedef aldı ve elit 600 yıldır muhafaza edilen hayat tarzını “İstanbul-Ankara yataklı treni”nde bir gecede değiştirmeye kalktı. (Yarın devam edeceğim.)