GEÇEN hafta Dünya Bankası raporuna dayanarak Türkiye’nin 21. yüzyılın insanını yetiştirme konusunda ne kadar eksik kaldığını vurguladım.
Meselenin özü, başta insan olmak üzere üretim kaynaklarından mümkün olan en yüksek seviyede verim almaktır.
Toplumlar en kıymetli kaynakları olan insan kaynağını ne kadar verimli kullanırlarsa o kadar ileri gidiyorlar.
Ben bugün ve yarın "verimlilik" konusunu irdeleyeceğim. Yazılarımda Milli Prodüktive Merkezi adına Prof. Dr. Erol Taymaz ve Dr. Halit Suiçmez tarafından hazırlanan "Türkiye’de Verimlilik, Büyüme ve Kriz" (Ankara-2005) adlı çalışmayı özetleyeceğim.
* * *
Türkiye’de 1925-2005 döneminde büyüme hızlarındaki istikrarsızlık düzeyi son derece çarpıcı bir eğilim göstermektedir. 1960’lar ve 1970’lerin ilk yarısı büyüme hızının oldukça istikrarlı ve yüksek olduğu yıllardır. Fakat 1970’lerin sonlarındaki gerileme sonucu istikrarsızlık düzeyi de geçici olarak artmıştır. 1980’lerin ortalarından itibaren istikrarsızlık oranı sürekli artma eğilimindedir.
Bu yapı sürekli yüksek büyüme hızlarına izin vermemekte, daralmaların gittikçe daha şiddetli olacağı ihtimalini güçlendirmektedir.
Kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) artışında en önemli etkenlerden birisi tarımın GSYİH’deki payının azalıp, sanayinin payının artmasıdır: Yapısal değişim!
* * *
2000’li yıllara gelindiğinde ülkemizde yapısal dönüşümde belirli bir noktanın yakalandığı öne sürülebilir. Bugün tarımın GSYİH içindeki payı %13-14 civarında, sanayinin payı %26’dır. Ancak kalkınma sürecine aynı yıllarda başlayan bazı ülkelerle yapılan karşılaştırmalarda bu düzey hiç tatmin edici değildir.
1950-1990 döneminde tarım kesimine göre emek üretkenliği çok daha yüksek olan sanayi ve hizmet sektörlerinin paylarının artışı sonucu kişi başına GSYİH’de önemli bir artış gerçekleştirilmiştir. Ancak bu artışı, örneğin Kore ile karşılaştırdığımızda, sonuç çok da tatmin edici değildir. 1960-2002 döneminde Kore’nin kişi başına GSYİH’si, 1960 yılında ABD’nin sadece %10’u düzeyinde olduğu halde, 2002’de %54’e ulaşmıştır. 1960 yılında Türkiye’nin kişi başına GSYİH’si ABD’nin %20 ve %21 seviyesindeyken, fazla bir değişiklik olmadan, 2002’de %23 ve %19 seviyesinde kalmıştır.
* * *
1972-1999 döneminde Türkiye’de emek verimliliği yıllık ortalama %3.8 oranında artmıştır. Bu dönemde gerçekleşen emek üretkenliğindeki artışın %55’i sektörel düzeydeki emek üretkenliğindeki artışlardan, %45’i yapısal dönüşümden kaynaklanmıştır. Sanayileşme süreci sonucu istihdamın tarımdan sanayi ve hizmet sektörlerine kayması, ortalama emek üretkenliğinin, dolayısıyla kişi başına GSYİH’nin artmasına katkıda bulunmaktadır. Ancak sanayileşmenin kendiliğinden ortalama üretkenliğin (kişi başına ulusal gelirin) artışına yol açmadığını, ulusal gelirin artmasının, istihdam yaratılmasıyla, yani yatırım olanaklarının geliştirilmesiyle de ilişkili olduğunu unutmamak gerekir.
Türkiye’nin 1960 sonrası performansının düşük olmasının temel nedeninin istihdam/nüfus oranının düşmesi olduğu anlaşılmaktadır. İstihdam/nüfus oranının düşük olmasının nedeni ise kentleşme sonucu işgücüne katılım oranının düşmesi ve kentsel kesimde (özellikle kadınlar için) yeterli istihdam olanaklarının yaratılamamasıdır.
Türkiye, 1960 yılındaki istihdam/nüfus oranına sahip olabilmek için 2002 yılında, 20.7 milyon kişiye değil, 27.9 milyon kişiye istihdam olanağı sağlayabilmeliydi. Bu farkın küçümsenmeyecek bir fark olduğu açıktır.