TÜRKİYE’nin önündeki en önemli sorunlardan birisi insan sermayesine gereken önemi vermemesidir. Dün dünyada talebi değişen insan niteliklerini irdeledim.
Bugün yine Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vornink’in hazırladığı "Türkiye’de Eğitim Reformu" (www.worldbank.org) başlıklı raporda yer alan ve önem arz ettiğine inandığım bazı saptamaları nakletmeye devam edeceğim.
* * *
1) Türkiye’de son 30 yıldır emeğin verimliliğinde artış çok düşük. Son zamanlarda hızlanan ufak bir artış var. Ancak emeğin verimliliğindeki artışlar insan sermayesinin (eğitimin) katkıları dışında başka faktörlere bağlı. Hatta 1981’den bu yana, insan sermayesinin emeğin veriminin artışına katkısı çok azalmıştır. Açıkçası, insanlara üretim hayatından kopuk yanlış eğitim verilmiştir. Türkiye’nin önündeki en büyük zorluk işgücünün kalitesini yükseltmektir.
* * *
2) Verimlilik sorunu dışında başka bir sorun eğitim almış nüfusun oranıdır. AB kendi üye ülkeleri için Lizbon Gündemi çerçevesinde eğitim hedefleri de belirlemiştir:
Buna göre 2010 yılına kadar, gençlerin (22 yaş) %85’i lise eğitiminden geçmiş olacaktır.
Türkiye bu hedefin çok gerisindedir. Türkiye temel eğitim yolunda çok önemli aşama kaydetmiş, net okullaşmayı kısa sürede %80’den %90’a çıkarmıştır. Ancak lise eğitiminde benzer bir başarıdan çok uzaktadır. Türkiye’nin AB hedefini yakalayabilmesi çok zordur. Son beş yılda belirli bir başarı elde edilmiştir. Ancak bu hızla Türkiye’nin bugünkü AB seviyelerine ulaşması 30-40 yıl alacaktır. Ayrıca rakamlar Türkiye’deki büyük bölgesel ve cinsiyet eşitsizliklerini de gizlemektedir. Örneğin Diyarbakır’da 20-24 yaş grubunun yalnızca %28’i lise diplomasına sahiptir ve bu yaş grubunda kızların yalnızca %17’si diploma sahibidir. Diyarbakır’daki sonuçlar diğer doğu illerindeki sonuçlarla aynıdır. Zorlu görev, bir yandan lise mezunlarının toplam sayısını AB ortalamasına getirmek, öte yandan da doğu illerinde kızların okullaşmasını artırmaya odaklanmaktır.
* * *
3) Türkiye’nin eğitim alanında karşılaştığı bir diğer zorluk da mesleki eğitim sistemine ilişkindir. Bu sistemde halen lise öğrenimdeki 3 milyon öğrencinin 1.1 milyondan fazlası yer almaktadır. Birçok kimse meslek okullarının; işgücü piyasasının talep ettiği mezunları yetiştirdiğini varsaymaktadır ancak göstergeler bu durumu desteklemiyor. Bugün, bir meslek okulu mezunu, üniversiteye gidemeyen genel lise mezunları kadar ücret almaktadır ve meslek okulu mezununun iş bulma ihtimali daha yüksek değildir. Üniversite mezunlarının geliri ise çok daha yüksektir, bu yüzden birçok genç üniversiteye girmeye çalışmaktadır. Ancak, meslek liselilerin şansı "yok" denecek kadar düşüktür. Kaldı ki zaten Türkiye’de üniversiteye gitmek isteyen öğrencilerin ancak yaklaşık üçte biri üniversiteye girebilmektedir.
* * *
4) Ne yazık ki mevcut ÖSS sınav sistemi de Türkiye’nin gelecekteki ihtiyaçlarına ve öğrencilerin yetkinliklerini artırma hedefine pek uygun değildir. ÖSS özel bir "sınava hazırlık sektörü" yaratmıştır ki bu sektör insan sermayesini ve geleceğin işgücünün eğitim niteliklerini yükseltme açısından çok az değer yaratmaktadır. Aileler çocuklarını dershaneye göndermek için ortalama olarak 5.000 dolar civarında para harcamaktalar. Dershane kurslarına gücü yetenler üniversiteye girişte daha avantajlı durumda olmakta ve düşük gelirli aileler bu sürecin dışında kalmaktadırlar. Bu durum da "fakirin fakir kalmaya devam ettiği" kısır bir döngü yaratmaktadır.