GÖRÜNTÜDE hukuki, yaşandığı biçimde sosyal bir mesele olsa da, "türban meselesi" yeniden dağıtım sorununu çözememiş Türkiye açısından temelde bir ekonomik sorundur.
Taraflar gelirin yeniden dağıtımını temin edip yeni dağıtım üzerinde mutabakat sağlayana dek çatışma devam edecektir.
Bugünkü görünen alan üniversitedir.
Eğer, temeldeki çatışma sonuçlanmadan türbanlı kızlarımız üniversiteye gitme hakkı kazanırsa, bilahare "üniversitede okuyarak meslek kazanma hakkı verilmiş türbanlıların neden mesleklerini kamu görevlerinde icra edemeyecekleri" sorgulanacaktır.
Sakın yanlış anlamayın. Türban bir inanç meselesi değildir, demiyorum. Sosyal boyutunu da inkár etmiyorum. Ama ayrışım, özünde "paylaşım meselesi"dir, diyorum.
Daha önceleri de yazdığım gibi eski bir TV dizisinden hareketle sosyolojik itilmiş ile ekonomik kakılmışın aslında karı-koca olduğunu söylemeye çalışıyorum.
Çoğumuzun neredeyse unuttuğu gelir dağılımındaki muazzam bozukluk, tarafların adil bulduğu bir seviyeye erişmedikçe ben bu kavganın bitmeyeceğine inanıyorum.
Sosyal demokratların bu alanı sağdaki partilere teslim etmiş olması da Türkiye’nin en büyük garabetlerinden birisidir.
Çatışma, klasik Marksist tanımlama ile emek-sermaye çatışması da değildir, çok daha karmaşık seviyede Cumhuriyet’i bürokrasinin kurması sonucu merkez-taşra, mülkiyet sahipliği-yoksunluğu, eğitim farkı ile oluşan alt grup meslekler-üst grup meslekler, şehirleşme süreci içinde şehirli-köylü vb. olarak belirginlik kazanmıştır.
Ancak, kökü ne olursa olsun ayrışma, farklı yaşam tarzları kadar farklı yaşam mekánları olarak görüntü kazanmıştır.
Uzun yıllar İstanbul’a gelen Anadolu tüccarı, alkollü içki kullansa da, cebinde bol para olsa da Sirkeci veya Eminönü’nde akşam yemeği yemeyi tercih etmiş, modern eğlence merkezleri Beyoğlu’nu, Şişli’yi kendine ait görmemiştir.
Cumhuriyet’in elitleri yaşam tarzlarını Batı’ya çevirince, yeni yaşamda kendilerine yer ayrılmayanlar da kendilerine ait olan muhafazakárlığa sığınmışlardır.
Katiyen herkes için değil ama itilmiş ile kakılmış için İslam sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda yaşam tarzı ve son kertede siyasal ideoloji olarak kabul görmüştür.
* * *
Dünden devam edelim. Rahmetli Turgut Özal da muhafazakárlığa oynayan bir siyasi liderdi. Ancak, Özal’ın muhafazakárlığını yumuşak muhafazakárlık olarak tarif etmemin nedeni, onun itilmiş-kakılmış muhafazakára verdiği mesajın iktidarı paylaşma mesajı olmasıdır. Recep Tayyip Erdoğan ise sert muhafazakárlığı tercih ediyor, zira onun vermeye çalıştığı mesaj iktidarı devralma mesajıdır.
Yine yanlış anlaşılmasın, rejimi değiştirecek demiyorum.
Onun hedefi, yıllarca kendilerinden esirgenmiş olan bürokrat egemenliğini kendi tabanına teslim etmektir.Açıkçası, kadrolaşmaktır!
İkinci hedef ise sosyal alanı genişletmektir.
Bu iki alanda emin adımlarla ilerlemesi ise iktidarı kaybedeceğinifark eden kesimde haklı bir tedirginlik yaratmaktadır.
* * *
Benim korkum, Türkiye’nin şeriat rejimine yönelmesi değil, Türkiye’nin iktidarın paylaşıldığı ortak alanda buluşmayı hedeflemek yerine ayrışmanın tersyüz edilmesidir.
Ben taşranın merkeze taşınırken, bu sefer de merkezin taşraya taşınma ihtimalinden ürküyorum.
* * *
Yeniden paylaşma sürecini tamamlamadan Türkiye’nin baş ağrıları bitmeyecek!