BU hafta sonu oğlumun da aralarında bulunduğu 307. Kısa Dönem erlerinin yemin töreni için ailemle birlikte Lüleburgaz Dora Kışlası’nda gerçekleştirilen merasime katıldım. Tören, bütün aileler gibi bana da büyük bir heyecan verdi.
Káh kendi askerlik günlerime geri gittim, káh diğer gençlerle birlikte oğlumun da Mehmetçik olmasının gururunu taşıdım.
Ancak, bana bu yazıyı yazdıran neden bambaşka!
Türban çerçevesinde Türk toplumunun hem uzlaşma, hem de uzlaşmama çabalarını birlikte izleme fırsatı buldum.
* * *
AİHM, Leyla Şahin’in başvurusu sonucu baş örtmenin sadece belirli bir şekli olan "türban takma"nın toplumun belirli kesimleri tarafından "tehdit olarak algılanması" nedeniyle üniversitelerde yasaklanmasının özgürlüklere aykırı olmadığı sonucuna vardığı günden beri, başını örtmeyi Kuran emri addedenlerin başlarını başka bir şekilde (örneğin eskiden büyüklerimizin yaptığı biçimde) örtmeye başlamaları gerektiğini savunuyorum.
AİHM, diğer dinlerin sembolleri için yaptığı gibi, bu kararında da insan haklarını kullanmanın başkalarının insan haklarını tehdit edemeyeceğini belirledi!
Ortada bir kasıt olmasa dahi; birilerinin (kendi haklarına) tehdit algılaması olarak gördüğü bir olguyu yasaklamayı insan haklarının ihlali olarak görmedi!
* * *
Türkiye’nin de altında imzası bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde karar Türkiye’deki her türlü kanunun üzerindedir ve artık türban lehine açık bir kanun çıkarılsa dahi herhangi bir vatandaş bu kanunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde "tehdit algılaması" gerekçesine dayandırarak geçersiz saydırabilir.
Ola ki, artık herhangi bir vatandaş Cumhurbaşkanı’nın türban takacak eşinin, hiçbir hukuksal kısıtlama olmamasına rağmen, kamusal alanda "first lady" olarak arz-ı endam etmesini de aynı tehdit algılaması gerekçesiyle AİHM’ye taşıyabilir.
Bu durumda yapılması gereken, karşılıklı anlayışla meseleyi çözmektir:
1) Kuran emri gereği başını örtmek isteyen üniversite öğrencileri, başlarını türban dışı bir yöntemle örtmeyi kabul etmeliler.
2) Ancak, türbanı tehdit algılaması bir simge olarak görenler de diğer baş örtme şekillerine itiraz etmemeliler.
Yıllardır bu orta yolu savunuyorum!
* * *
Lüleburgaz Dora Kışlası’nın nizamiyesine vardığımızda oğullarının yemin merasimini izlemek arzusuyla gelen türbanlı hanımefendilere askerin nasıl davranacağını merakla izlemeye başladım. Türbanlı hanımların kışlalara hiçbir şekilde alınmadığını duymuş ve askerin bu tavrından dolayı zamanında üzüntü duymuştum.
Dikkat ettim, türbanlı hanımlara askerler büyük bir nezaket içinde başlarını "başka şekilde bağlayarak kışlaya girmeleri" ricasında bulundular. Hanımefendiler de bu ricaya uydular ve baş örtme şekillerini değiştirerek içeri girdiler.
Ben de bir rüyam gerçekleşiyorcasına heyecanlandım.
Ama, bazı başı örtülü hanımlar içeriye girdikten sonra ne yaptılar?
Başörtülerini tekrar "türban" şeklinde bağladılar! Herhalde, bu tavra takıyye denmezse başka hiçbir tavra takıyye denmez!
* * *
Bir tarafın "uzlaşma gayreti" içine girdiği bir dönemde diğer tarafın açıkgözlük yaparak ricaya kapıda uyup içeride uymaması, "uzlaşmamak için direnmenin" daniskasıdır.
Demokrasi, karşılıklı tavizlerle sürdürülen bir uzlaşma rejimidir.
Açıkgözler her şey olabilirler; ama asla demokrat olamazlar!