Sivil vesayetin önlenemez çekiciliği

DÜN belirttim. AKP’nin 22 Temmuz (2007) sonrası hızla “sivil vesayet”e kaydığını, liderinin “otokrat” eğilimlerinin daha fazla açığa çıkmaya başladığını düşünenlerdenim.

Haberin Devamı

Bu saptamamın gerekçeleri şunlardır:

1) Paylaşım Savaşı’nı henüz tamamlamamış ülkemizde, demokrasi henüz genlerimize yerleşmediği için, mutlak çoğunluğu ele geçiren her unsur devlet aygıtının da tüm organlarını ele geçirerek ülkeyi vesayeti altına alma gayretine düşer. Tek başına iktidarı ele geçirdikleri dönemlerde Menderes, Demirel, Özal da bu zaafı göstermişlerdir.

2) Ayrıca Erdoğan aldığı formal veya çevre eğitimi gereği bilginin üretiminde “tek doğru” ve “tek bilen”i esas alan geleneğin mümtaz temsilcisidir. Okul, ev, mahallede alınan bu eğitime göre “otorite” çevresine “doğru” olanı beyan eder, cemaat bu beyanı sorgusuz-sualsiz kabul eder. Otoriteyi sorgulamak günah, hadi abartmayalım terbiyesizliktir.

Haberin Devamı

3) AKP iktidar mücadelesi verirken aynı zamanda, Marksist bir tabire sığınırsak, sınıf mücadelesi vermektedir. Mücadele ideolojiktir, dolayısı ile hukuk siyasi mücadelenin ardından gelir.

* * *

Gerçek ayrıntıda gizlidir. Birkaç saptama:

1) Başbakan Memur-Sen’in “Uluslararası Demokrasi Kongresi”nde demokrasi adına esti, gürledi. İktidara oldukça yakın durduğu bilinen Memur-Sen’in üye sayısı 2002’de 42.000 iken, 2008’de 315.000’e yükselmiş! KESK’inki 39.000 azalmış! (Kaynak: Binnaz Toprak: “Türkiye’de Farklı Olmak, Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler”-2008) Belli ki, AKP döneminde memurlar “durumdan vazife çıkararak” Memur-Sen’e üye olma yarışına girmişler. 2002-08 aras ı 278.000 memur böyle düşünmüş! 39.000 memur da Hükümet’e muhalefet eden KESK’ten kaçmış!

2) Başbakan her fırsatta garip-gurebadan bahseder ama eylemci Tekel işçilerine etmediği eziyet kalmadı. Zaten, sevmediği seçmene de “Al ananı git” demekten hiç rahatsız olmamıştı. Hükümet’e egemen zihniyeti en iyi Maliye Bakanı’nın şu sözleri ele veriyor:

 “(Tekel eylemi ile ilgili olarak) Hükümetimizin varsa bir hatası, işçilerimize karşı merhamet beslemesidir.”

“Merhamet!” Ne kadar aşağılayıcı bir kelime!

 İngiltere’de eğitim almış ama Başbakanı’nın emrinden milim şaşmayan Şimşek, Hükümet’i üstün güç, işçileri ise tebaa olarak görüyor. Şimşek’in algılamasına göre devlet işçilere emekleri karşılığı maaş değil, ulufe dağıtan bir aygıt! İşçilerin hak aramak ne hadlerine?

Haberin Devamı

* * *

3) Başbakan, Aydın Doğan’ı hedef almaya başladığı dönemde aynen “Senin maaşlı köşe yazarların, silahşorların var... Benim yok”, demişti (08.09.08). Onun bakış açısına göre bakanları, müsteşarları, genel müdürleri özgün fikre sahip olamazlar! Aydın Doğan da aynen bu mantığa sahip olmalı ve bize ne yazacağımızı her sabah tebliğ etmeli.

4) Zaten aynı Başbakan sık sık “Benim bakanım”, “Benim genel müdürüm”, “Benim müsteşarım” diyerek adamlarını lütfederek yüksek makamlara getirdiğini açıkça beyan ediyor. İşin üzücü yönü bu kişiler bu sözlerden alınmıyorlar.

5) Erklerin ayrılığını sık sık diline dolayan Yürütme’nin Başı (Recep Tayyip Erdoğan), Yasama’nın Başkanı’nı (Mehmet Ali Şahin) TV önünde azarlamaktan da zerre kadar rahatsız olmuyor. Meclis Başkanı’na TBMM önünde diskur çeken Başbakan “Siz mi susturacaksınız, ben mi susturayım?” (14.12.09) derken esasında “Bu makama seni ben getirdim, gereğini yap, yapamıyorsan ben yaparım” diyor. TBMM’nin itibarı ile oynadığının, hatta kendisini aynı zamanda hem Yürütme, hem de Yasama’nın başı olarak gördüğünün farkında değil!

Haberin Devamı

* * *

Başbakan bu dönemde bu tartışmayı neden körüklüyor? Yarın!

Yazarın Tüm Yazıları