Şerif Mardin ve Türkiye’de felsefenin sefaleti (III)
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
ÖNCE tarihe bir not. Şerif Mardin’in ortaya attığı tez uzun yıllardır tartışılmakta imiş.
Boğaziçi Üniversitesi’nde kendisinden feyz aldığımız Prof. Dr. Mustafa Dilber Şerif Mardin’in Kemalizmin "iyi, doğru, güzel" (felsefe) boşluğunu doldurmadığı eleştirisinin 50 küsur yıldır akademik dünyada tartışılmakta olduğuna dikkat çekiyor.
O da 1967 yılında verdiği doktora tezinde aynı konuya atıfta bulunmuş.
Adnan Adıvar zamanında Batılılaşma ve İslam’dan uzaklaşma gayretlerinin bir "positivistic mausoleum"a(positivist lahit-anıtmezar) dönüşme tehlikesine dikkat çekmiş.
Bernard Lewis de bir makalesinde ("Islamic Revival in Turkey" - "Türkiye’de İslami Uyanış" - International Affairs. Fall 1952, s. 38-48), bundan tam 56 yıl önce, eğer Türkiye, tıpkı İngiltere’deki Anglikan Kilisesi’nin yaptığı gibi, kendisine has bir din yorumu getirip kendi İslam-Türk modelini yaratmaz ise "positivistic mausoleum"un gelişmesinin kaçınılmaz olduğunu söylemiş.
* * *
Ben iki gündür sadece Kemalizmin değil, İslami düşünce tarzının da Osmanlı’nın son 200 yılında felsefesizleştiğini, zaten felsefenin bu toprakları uzun süre önce terk ettiğini söylemeye çalışıyorum. Bana göre:
Cumhur, İslami felsefesizliği Cumhuriyet felsefesizliğine tercih etmiştir, zira Osmanlı eliti yerel olan değerleri yerli aktörler (imam, dini kıdemliler) ile tebliğ ederken, Cumhuriyet eliti yeni değerleri yeni aktörler (öğretmen, parti komiseri) ile tebliğ etmeye çalışmıştır.
Sonuçta da yerli felsefesizlik mahallede yeni felsefesizliğe galebe çalmıştır.
Yeni felsefesizlik ise bürokrasi üzerinden şehre yerleşmiştir.
Ancak, alan paylaşımı son yıllarda yerli felsefesizliğin önce bürokrasiyi, sonra da şehri ele geçirmeye başlaması ile dengesini yeniden kaybetmiş durumdadır.
Bu durum da haliyle yeni felsefesizlikte (bürokrasi, şehirli elit) büyük korkular yaratmaktadır.
Şerif Mardin belki vurgulamak istemiyor ama bu güç kavgası artık imam ile öğretmen arasında yaşanmıyor.
Onları çoktan aştı.
Adı üzerinde bu bir paylaşım kavgası ve kavga siyaset alanında veriliyor.
* * *
Şerif Hoca’nın "mahalle baskısı" kavramı medyaya girmeden önce (2005) ben "mahalle politikası" kavramını kullanarak AKP örgütlerinde Milli Görüş’ün egemen olduğunu, tabanı onların ele geçirdiğini söylemeye başladım.
Milli Görüş daha 50’li yıllarda başlayan sosyal eylemleri ile mahalleye kendini devletin alternatifi olarak takdim etti ve uzun yıllar bıkmadan usanmadan sosyal alanda "mahalleliye" hizmet verdi.
Bu hizmeti sırasında da mahallelinin yerel bulduğu, yüzyıllardır kendinden saydığı ama artık tüm felsefi öğelerini yitirmiş İslami düşünce tarzından da alabildiğine faydalandı, yerel unsurlar olarak camiyi, imamı, dini kıdemlileri kullandı.
Felsefesizlik büyük çapta kendi boyunu da aştığı için bu durum işine de geldi, mesajını en kolay metot olan tebliğ-tebellüğ metodu üzerinden verdi.
Ancak, artık yaşanan Şerif Hoca’nın söylemeye çalıştığı gibi sosyolojik, doğal, kendiliğinden gelişen bir işlevin gerçekleşmesi değil açık ve seçik siyasettir.
Mahalle baskısı sosyolojik bir kavramdır, mahallede "değerlerin" nasıl yerleştirildiğini anlatır.
Bu sözden siyasi söylem çıkarmak yanlış ve Hoca’ya haksızlıktır.
Ancak, adına taban politikası dediğimiz bir politika yapma usulü vardır.
Bu tür politikayı AKP’ye hayatiyet veren Milli Görüş mahallenin İslam’ı referans alan değerler sistemine sahip çıkarak yapmaktadır.
Kemalist görüş ise mahalleyi çoktan terk etmişti.
* * *
Milli Görüş doğal bir süreç olan ve adeta sade bir bakışla (gözle) yaşayan mahalle baskısını kendi lehine bir mahalle politikasına çevirmekte çok başarılı olmuştur.