Şerif Mardin ve Türkiye’de felsefenin sefaleti (II)
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
DÜN yazdım: Şerif Mardin’in şu iki saptamasına, anladığım kadarıyla tamamen katılıyorum:
1) Kemalizm’in, hatta daha ileri gidelim cumhuriyetin umdeleri vardır ama kendi ülkesi için geliştirdiği düşünce tarzı (felsefi derinliği) büyük çapta yoktur.
2) İslam’ın ise, katılın katılmayın, bir düşünce tarzı (felsefesi) vardır ve yüzyıllar içinde bu düşünce tarzı yerelleşmiştir (Osmanlılaşmıştır).
Ancak, Mardin Hoca’ya bir itirazım var:
Kabaca, 16. yüzyıldan itibaren bu topraklar felsefeyi terk etmiştir.
İslam, adeta imamın sadece tebliğ ettiği, cemaatin ise sadece tebellüğ ettiği şekilde yaşanmaya başlamıştır.
Cumhuriyet yeniyi inşa etmeye çalışırken felsefesizliği bizzat İslam düşünce tarzının son yüzyılda Osmanlı’da yaşadığı felsefesizlikten almıştır.
* * *
İslami düşünce tarzı felsefeyi terk ettiği içindir ki, Osmanlı yükselen milliyetçiliği okuyamamış, Osmanlı’da yaşandığı şekliyle İslam 19. yüzyılın değişen koşulları karşısında "iyi, güzel ve doğru"ya cevap üretememiştir.
Laik Cumhuriyet yeni dünyada en doğru felsefi çözümdür ve bu çözümü öneren insanlar kendileri Osmanlı paşaları olmalarına rağmen hayata geçirdikleri projelerini İslami düşünce tarzına dayandırmamışlardır.
Zira İslami düşünce tarzı cumhura dayanan, dine mesafe koyan bir rejim hayal edemezdi.
Bugün "laikçi" kampta yer alan cumhuriyetçi insanlar, inançlarından kopmasalar da, İslami düşünce tarzından bizzat bu felsefesizlik nedeniyle ayrılmışlardır.
* * *
Ancak Şerif Mardin Hoca haklıdır. Cumhuriyet rejimini 19. yüzyılın gelişen koşullarında doğru bir rejim olarak seçen elitler, umdeleri doğru tarif etseler dahi, bu umdelerin derinliğini yaratacak felsefi derinliği onlar da sağlayamamışlardır.
Belki de bu elitler, yine de İslami düşünce tarzı ile yetiştikleri için felsefesiz idiler.
Onlar da aynı nedenle cumhuriyeti elitin cumhura tebliğ ettiği, cumhurun da tebellüğ ettiği bir gelenek içinde kurmaya çalıştılar.
Ancak, cumhur İslami düşünce tarzının umdelerini tebellüğ etmiş ama cumhuriyetçi düşünce tarzının umdelerini tebellüğ etmek istememiştir.
Neden?
Hoca’nın yarattığı metaforla söyleyelim, bana göre cumhur sarıklı imamı kendisinden (in-group) saymış ama kravatlı ve fötr şapkalı öğretmeni kendisinden saymamıştır (out-group).
Bunun içindir ki imamın ve dini kıdemlilerin sadece bir bakışı (gözü) mahalle baskısı yaratırken, öğretmen ve yandaşı elitler "baskıyı" ancak "devlet otoritesi" (zor) kullanarak tesis edebilmişlerdir.
Mahalle baskısında "göz" olsa da "zor"dan daha çok "gönüldaşlık" vardır.
* * *
Cumhuriyetci düşünce tarzını gönülden benimseyen kitleler ise cumhuriyetin ülkeyi yönetmek için ihtiyaç duyduğu bürokrasiye insan kaynağı oluşturabilen eğitim almış kişiler olmuştur.
Bunlar felsefi derinliği olmayan bir ülkede cumhuriyetin umdelerini yine tebellüğ yolu ile edinmelerine rağmen gördükleri işlev açısından elit sınıfı oluşturmuşlardır.
Cumhur, Osmanlı’nın elitine tepki duymazken bu elite tepki duymuştur, zira Osmanlı eliti yerel olan değerleri yerli aktörler (imam, dini kıdemliler) ile tebliğ ederken, Cumhuriyet eliti yeni değerleri yeni aktörler (öğretmen, parti komiseri) ile tebliğ etmeye çalışmıştır.
Sonuçta da yerli felsefesizlik mahallede yeni felsefesizliğe galebe çalmıştır.