BİR liderde aranan vasıflar:1) Yöneteceği kişiler tarafından kendinden (iç grup) sayılması -insanlar kendinden saymadıkları (dış grup) insanları takip etmiyorlar-.
2) Ancak kendinden yine de üstün görmesi -liderin vizyon/proje sahibi olması-.
3) Ülkemizde çok derin yaşanan devlet-millet ikileminde millet tarafında yer alabilecek kadar cesur olmasıdır.
Kanımca bu üç vasfın hepsi Turgut Özal’da vardı.
Bugün dizimin son yazısında "cesaret" niteliğini ele alacağım ve onu yine Süleyman Demirel ve Recep Tayyip Erdoğan ile mukayese edeceğim.
* * *
Onun en koyu muhalifleri bile cesaretini teslim ederler. Örneğin, Oktay Abi, hakkında yazdığı eleştiri dolu yazısında:
"...Özal kuşkusuz son derece zeki ve siyaseten gözükara denebilecek türden bir insandı" diyor. (Bkz: Oktay Ekşi-Hürriyet-18.04.2006: "Ardından")
Türkiye gibi ülkelerde siyasetçinin cesareti, devlet-millet ikileminde aldığı tavırla ölçülür.
Daha açık yazalım; Türkiye’de siyasetçinin cesareti, 1960’tan beri 3.5 adet askeri darbe yaşamış ülkemizdesık sık siyasete müdahale eden askere karşı tavrıyla sınanır.
Bu açıdan baktığımızda yine Oktay Abi’nin yazısına dönersek (Oktay Ekşi-ibid):
1) "...Orgeneral Doğan Özgöçmen’in Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmesine göre kurgulanmış olan terfi sistemini Temmuz 1987’de bozup Orgeneral Necip Torumtay’ın bu göreve getirilmesini sağlaması, o koşullarda cesaret isteyen bir tutumdu."
2) Aynı Necip Torumtay 3 Aralık 1990 günü, Körfez Savaşı’na aktif katılımı savunan Özal ile ters düştüğü için Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifa etmişti. Bizim alıştığımız tersidir.
3) Turgut Özal, askeri kısa şortla teftiş ederken de çok cesur ama bir o kadar da anlamlı bir tavır sergiliyordu.
4) Nitekim iktidarı askerden aldığı ve ölende dek başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptığı 1983-1993 döneminde askerin siyasette ağırlığı hemen hiç hissedilmemiştir.
* * *
Askerden iki kez (12 Mart ve 12 Eylül) muhtıra yiyen ve her ikisinde de "şapkasını alıp giden", üstüne üstlük bir kez de askerin muhtıra vermesinde kendilerine yardımcı (28 Şubat) olan Süleyman Demirel’in cesaret konusunda sınıfta çaktığı aşikárdır.
Vatandaşı azarlarken, medyaya çatarken hiddet ve şiddetini esirgemeyen Recep Tayyip Erdoğan de maalesef otorite karşısında edilgen bir tavır sergilemektedir.
1) ABD ile her ters düştüğünde bu ülkeye ama giderek ama elçi göndererek alttan almayı hüner saymaktadır. Nitekim Haziran 2005 ABD ziyaretinde özür mahiyetinde "söyledikleri" Amerikalıları bile şaşırtmıştı. En son Zapsu ABD’de (tepe tepe) "kullanılmasını" teklif ettiğinde sessiz kalarak Zapsu’yu doğrulamış oldu.
2) HAMAS’ı davet eden Erdoğan, ABD’den zılgıtı yiyince misafirleriyle karşılaşmamak için Ankara sokaklarını arşınlarken herhalde artık "Kasımpaşalı Erdoğan" değildi.
3) Kürt meselesine önce sahip çıkıp milleti bu konuda 6 ay oyaladıktan sonra şakkadak resmi söyleme dönen; "Şemdinli nereye kadar giderse oraya kadar gideceğiz" dedikten sonra "arkandayım" dediği İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’u harcayan, komutanla iki saat baş başa konuştuktan sonra "180 derece çark eden" de yine kendisidir.
* * *
Mukayeseli bir yazıda Recep Tayyip Erdoğan’ı illa ki birine benzetmek gerekirse onun Turgut Özal’dan çok Süleyman Demirel’e benzediğini söyleyerek bu yazı dizisini bitiriyorum.