Paylaş
APO'nun Türkiye'ye getirilişinden beri bir magazin kıvamında izlediğimiz İmralı Adası hazırlıkları dışında Türkiye sadece iki karar aldı! Bidonla benzin alınmasının izne bağlanması ve okullarda öğretmenlere gece nöbeti tutturulması! Allah'tan ikinci karar yürürlükten kalkmış.
Öte yanda benim zihnime beş gün evvel kalp ameliyatı geçirmesine rağmen Başbakanlığa koşan şehit babasının kameralara haykırışı yerleşti:
- Bu savaşa bir son verin. Artık evlatlar ölmesin! Karşı tarafta savaşan çocuklar da ana-baba evladı!
Duyguların yönetimi altında yaşamak kültürel özelliğimiz addediliyor. Ancak, bir toplum sadece feryatlar ile sinerji kazanırsa o toplumda maraz bir halin de olduğunu düşünmek gerekir.
* * *
Bakıyorum topluma, neredeyse bir Batı paranoyası hákim! Kimileri Apo'nun yakalanışı sırasında yaşanan uluslararası satranç dengelerini gözetmeden bir boşluğa çatar gibi Batı'ya külhanbeylik nutukları atmaya yelteniyorlar, kimileri de görücüye çıkmış gelinler gibi, orasını burasını çekiştirerek, ülkeyi beğendirme taktikleri geliştiriyorlar.
Hele hele, Batı'da yayınlanan bazı gazete küpürlerini doğru dürüst okumadan gözümüze sokarak, haşa herhangi bir analiz süzgeci kullanmadan, mal bulmuş mağribi gibi, ‘‘işte düşman’’ nutukları atan basın mensupları nasıl da milletten iki puan kaptıklarına inanıyorlar, şaşıp kalıyorum!
Halbuki Apo gerçeği iki taşın üstüne oturuyor. Apo'nun yakalanması uluslararası satranç oyununda ABD'nin Avrupa'ya yeni bir hamlesidir ve bu hamlenin diğer bazı yeni hamleler ile pekiştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye bu oyunda real politika ile kendi menfaatlerini üst üste koyma hünerini göstererek müdebbir ülke tavrını başta doğru oturtmuştur.
Ancak, bizden beklenen yeni hamleler vardır.
Tarihin güzel bir cilvesi olarak bu hamleler Türkiye'nin de lehinedir.
Bir taşla iki kuş vurmak bizim kıvamımızda ülkelere her zaman denk düşmez. Türkiye bu fırsatı çok iyi değerlendirmek durumundadır.
Bizden beklenen hamleler de Kuzey Irak konusunda göstereceğimiz işbirliği ve ‘‘Kürt meselesinde’’ yapacağımız ev ödevidir.
Ancak, ben sanki satranç oyununun arkasını getiremeyeceğiz, değil doğru hamle yapmak, hiç hamle yapamayacağız diye bir korku içindeyim.
Bana öyle geliyor ki bu konuda oyun teorisinin (game theory) olasılıklar analizini ülkede bir tek Genelkurmay yapıyor. Siyasi aktörler ve medya ise muazzam bir aymazlık içinde!
* * *
Pişmanlık yasası ile DGM'lerde askeri yargıcın bulunmaması konusunda harekete geçmesi gereken yasama erki parlamentonun iktidarsız tavrı bu konudaki karamsarlığımın ilk gerekçesi.
Seçimlere daha 48 gün var ve TBMM gerekli yasal tedbirleri almak için bir gün için olsun toplanamıyor. Hazretler seçim bölgesinde imişler! Peki, 24 Şubat'ta ‘‘kesin listeler’’ YSK'ya verilene dek, Ankara'da genel başkanların omuzlarındaki tozları silme yarışına girenler kimlerdi?
Hadi 1995'ten beri uyudunuz, şimdi kıpırdansanız ya!
Ayrıca, son günlerde Hadep ile ilgili tartışmalar da insana Türkiye hiç mi satranç oyununu öğrenemeyecek diye bir duygu veriyor.
Hele hele şu tuz bibere bakın; Şerafettin Elçi'nin DKP'si Anayasa Mahkemesi tarafından parti programında ‘‘... Kürt sorununu barışçı, demokratik çözümünü programın merkezine koyan katılımcı, liberal, demokratik bir kitle partisi olarak...’’ ibareleri yer aldığı için kapatılmış.
Bazen düşünüyorum da Türkiye'nin aptal dostlara mı, yoksa akıllı düşmanlara mı ihtiyacı var?
Bugüne dek attığımız ‘‘vatan, millet, Sakarya’’ nutukları bizi ancak buralara getirdi.
Paylaş