TÜRKİYE’de gazetecilerin bir kısmı bilimsel araştırmaları iki boyutta görürler:
1) İşime gelen araştırmalar. 2) İşime gelmeyen araştırmalar.
Bu gazeteciler bilimsel metodoloji, metodolojiden vazgeçtim bilim kavramı karşısında cahil oldukları için araştırmaları "Bana ne, bana ne!" duygusu veya "Helal olsun ne geçirmiş be!" coşkusu ile ile değerlendirirler.
Bilimden zerre kadar nasibini almamış bu gazeteciler sırf iktidarı korumak için, bilim adamları önünde komik duruma düşme bahasına, hiç anlamadıkları araştırma metodolojilerine çamur atmaktan sıkılmazlar.
Bunu bildiğim için Binnaz Toprak’ın önderliğinde yapılan "mahalle baskısı" saha araştırmasını dün metodolojik yönü ile irdeledim. Şu sonuca vardım:
"(Sadece laiklik hassasiyeti yüksek kişiler üzerine yapılan) Araştırmanın kullandığı metodoloji derinine mülakat! Böyle biraraştırmadanrakamsal/kesin sonuçlar çıkmaz.
Farklı mekánlarda anlatılan benzer algılamalar ve olaylar bilimsel bulgu değeri kazanmaz ama güçlü kanaatler oluşturur ve ilerideki araştırmalar için hipotezler yaratırlar."
Saldırının araştırmanın metodolojisine geleceğini biliyordum. Nitekim, benim görebildiğim kadarı ile Bülent Korucu, Mehveş Evin, Ahmet Taşgetiren, Emre Aköz, Ayşe Böhürler ve maalesef Hayrettin Karaman metodolojiye saldırmışlar.
Bazıları hayatlarında "derinine mülakat" diye bir araştırma metodolojisi duymamışlar.
Emre Aköz ATV’de konuşurken, içki içmeyenlerin içenler üzerine baskısını yorumladı ve "bırakın içki üzerinden kanaat oluşturmayı" mealli sözler sarf etti.
İyi de, kısa süre önce eşi Emre Aköz’ün Başbakan’ın yalakası olmadığını şu sözlerle ispatlamamış mıydı?
"Başbakan’ın karşısında Talisker -isli bir viski- içen oydu (Emre Aköz), yalakalık böyle bir şey herhalde!" (Radikal-16.11.2008).
Herhalde, Emre Aköz ya araştırmayı okurken, ya da ATV’de konuşurken yine anti-yalaka Talisker viskisi yudumluyordu.
* * *
Benim düşünce sistematiği gereği laiklik hassasiyeti yüksek insanlar üzerinde AKP iktidarı döneminde oluşan mahalle baskısını göremeyen Ahmet Taşgetiren türü kişilere sözüm yok.
Ancak, sadece laiklik hassasiyeti yüksek insanlar üzerine yapılan bu araştırmanın eski liberal-yeni AKP’li yazarlara iyi bir ders verdiği kanaatindeyim.
"AKP döneminde katiyen mahalle baskısı yoktur" diyen ve terimi ortaya attığı için Şerif Mardin’i kınayan eski liberaller bu araştırma ortaya çıkar çıkmaz hemen kıvırttılar ve "Canım mahalle baskısı her zaman vardır, toplumda hep hoşgörü eksikliği vardı!" demeye başladılar.
Haklılar, mahalle baskısı her daim vardır ama örtbas etmek istedikleri, "baskı" kavramı ile "iktidar" kavramının da her daim birlikte ve aynı yönde yürüdüğüdür.
Binnaz Toprak’ın hemen her yerde tekrar ettiğini söylediği ve sadece laiklik hassasiyeti yüksek kişilere atfedilen şu saptama çok önemlidir:
"Esnaf, işadamı, memur çoğu kişinin ’ben de sizdenim’ mesajını vermek üzere cuma namazına gitmeye, ya da kılıyor görünmek için kepenk kapatmaya başladığını, o tarihe kadar başı açık olan eşlerin örtündüklerini, selamlaşmanın ’merhaba’ ya da ’günaydın’dan ’selamünaleyküm’e dönüştüğünü, içki içenlerin kamuya açık yerlerde içmekten imtina ettiklerini, ramazanda oruçlu olunmasa bile oruçluymuş gibi davranıldığını... (dinledik.)"
Durum rakamsal olarak da saptanıyor:
İktidara yakın olduğu bilinen Memur-Sen’in üye sayısı 2002’de 42.00 iken, 2008’de 315.000’e yükselmiş. KESK’inki 39.000 azalmış!