YENİ yıl haftasında siyasetten uzak durmaya çalışıyorum.
‘İnsanlıktan bahsedeceğim, siyasetten uzak duracağım’ diye yazmak istiyorum, ama bu durumda ilk önce kendimi dışlamış olurum. Zira, yazdığım yazıların büyük çoğunluğu siyaset üzerine.
Ama ben yine de bu günlerde insanlığımı hatırlamak istiyorum.
Nasıl olsa, çok değil birkaç gün sonra yine siyasete bir hırs geri dönerim!
* * *
Her dönem; bir önceki dönemden ne kadar ileri gittiğini vurgular. Refah seviyesindeki fark, yeni teknolojilerin getirdiği nimetler vurgulanır.
Her dönemin insanı ilk önce hayatın sır kelimesinin ‘başarı’ olduğuna ikna edilir. Başarı, önce hedef olarak kabul ettirilir, daha sonra tarif edilir.
Sadece bu dönemde değil, tüm zamanlarda ‘başarı’, özel insanlar dışında, önce maddi imkan artışı, sonra da gücün yükselişini simgeleyen statü kelimeleri ile ifade edilmiştir.
Fark, zaman içinde başarı kavramına giderek tapılmaya başlanmasındadır. Yoksa, insan insan olalı beri başarı kavramını maddi olarak ölçülebilir kriterlerle değerlendirmiştir.
Başarı kavramı veya başarı ihtiyacı insanlığa her geçen gün yeni bir teknolojik, farmakolojik, hatta biyolojik nimet hediye ediyor.
Bu nimetleri görmezden gelmek, bunlardan faydalanmamak mümkün değil.
* * *
Ancak, giderek unuttuğumuz bir kavram da var hayatta: Huzur!
İnsan, hayat ile iyice haşır neşir olmaya başladıktan, başarının tarif gereği sonuçlarını üç aşağı beş yukarı tatmaya başladıktan sonra bir gün birdenbire ‘Bu mu?’, diye soruyor.
Maddi dünyada vardığın noktada bir gün ağzındaki pas tadının hálá orada durduğunu hissettiğinde ‘Aradığım bu mu?’ diye sormadan edemiyorsun.
Üç aşağı beş yukarı bir noktaya varıp da, bu noktanın içinizi katiyen yıkamadığını gördüğünüzde ne yapıyorsunuz?
Ya ‘Yeteri kadar başarılı olamadım, bu statü de, maddi imkanlar da bana yetmez!’ diye karar verip kendinizi beter kahrediyorsunuz, ya da ‘Acaba doğru yönde mi ilerliyorum?’ diye sorguluyorsunuz.
‘Ben hayatta ne isterim?’
Hayatımın ikinci döneminde benim bulduğum cevap: Huzur!
Belki bende hiç olmadığı için bu kavramı abartıyorum. Belki ona baştan beri sahip insanlar var ve onlar zaten huzurlu olmayı doğal buldukları için benim kelimeye yüklediğim sembolik anlamı onlar yüklemiyorlar.
* * *
Ancak, bana artık öyle geliyor ki, huzurlu olmaktan öte insanca bir kavram yok. İnsan bir hayat boyu onu arıyor ve sanki çoğunluk onu elleriyle tam tutamadan göçüp gidiyor.
Huzuru saçlarından kavrayamayanların çoğunluğu durumun farkında bile değiller. Ha bire koşuyorlar, nereye ve hatta neden koştuklarını çoktan unutmuşlar.
Bazıları -benim gibi- geç de olsa, durumu kavramışlar, ama onlar da huzuru nerede ve nasıl bulacaklarını bilmiyorlar.
Acaba dünyaya ‘bir tatlı huzur almak’ için gelmiş olabilir miyiz?