İktidar ve yargı (III) Tarih tekerrür etmesin: 1957-1960 DP dönemi

DÜN yazdım:

Haberin Devamı

1) Demokrasinin temel dertlerinden birisi; yönetimi bir kişi/zümreden alıp  halk iradesine teslim etmesine rağmen, yönetme yetkisini halktan alan iktidarın bu gücü iğfal etme gücünü de eline alabilmesidir. 
2) Yargı, yasama ve yürütme erkleri birbirinden bağımsız olmalıdırlar ki, iktidarın sınırları çizilsin, hukukun üstünlüğü iktidarın gücü karşısında ezilmesin.
Ancak bu erklerin bağımsızlığı sorunu şıppadak çözmüyor.
3) Evvel emirde parlamenter demokrasilerde çoğunluk iktidarı oluşturduğu için yürütmeyi (iktidarı) oluşturan güç zaten yasama (TBMM)’daki çoğunluğun içinden çıkıyor. İki erke birden Başbakan yön veriyor. (“Ya sen sustur, ya ben susturacağım”!)
4) Ayrıca, uzun yıllar askeri vesayet altında yaşayan ülkemizde yargı, askeri bürokrasinin kanatları altında, gereğinde bağımsızlığı ayrı bir güç olarak yorumlamaktan çekinmiyor.
“367 kararı”, “yerindelik” saiki ile yargının özelleştirme ve ihale iptalleri en iyi örnekler!
* * *
Ancak hükümetin hazırladığı Anayasa değişikliği, şahsi görüşüme göre, yargının demokratik bağımsızlık yetkisini zaman zaman yasama ve yürütme karşısında ayrı bir güce çevirmesine son vermek görüntüsü altında bu sefer de sivil vesayet kurmaya çalışıyor. Bu kez de yürütme maalesef yargıyı vesayeti altına almaya çalışıyor.
Yargı ile ilgili 2 maddenin ne getirip, ne götürdüğü bu köşede çeşitli defalar tartışıldı.
* * *
Benim korkum, YAŞ kararlarına yargı yolunun açılmasını muştulayan Başbakan’ın öte yanda ayağına “pranga” olan yargının istediği gibi vali, kaymakam vb. atamasına “engel olmasına” sinirlenmesinin resmettiği ruh halidir.
Recep Tayyip Erdoğan’a göre Başbakan “ister asar, ister keser!”
Erdoğan da galiba, “İstersem odunu bile seçtiririm!” diyebilen rahmetli Adnan Menderes gibi düşünüyor.  
* * *
Adnan Menderes 1950’de milletin ne istediğini milletten daha iyi bilen “asker-sivil bürokrat elit”e karşı “Yeter söz milletin” sloganı ile sembolleşen bir halk hareketi ile seçilmişti (%52).
Adnan Menderes yönetici elitin elinden iktidarı aldı ve millete teslim etme sözü verdi.
Milletin dışlanan muhafazakâr değerlerine sahip çıktı ve dünya konjonktürünü doğru okuyarak ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası devreye soktuğu Marshall Planı’ndan faydalanmayı becerdi. Ülkede “özgürlükler” ve “refah” arttı. ABD ile sıkı bir müttefik oldu. Döneminde ülke ortalama %9 civarında büyüdü.
Adnan Menderes 1954 ve 1957’de ikinci ve üçüncü defa DP’nin tek başına iktidar olmasını sağladı.
Ancak 10 yıllık iktidarı içinde haliyle muhalefet de yükselmeye başlayınca halk adamı, sempatik, hoşgörülü Başbakan’ın içinden başka bir insan çıktı.
“(18 Nisan 1960’ta) ...Tahkikat Komisyonu, Başbakan Menderes’in ‘Adliye işleyemez hale gelmiştir’ sözleri üzerine kuruldu... Tahkikat Komisyonu’nun kurulması Anayasa’ya aykırı değildi... Tahkikat Komisyonu parti faaliyetlerini yasakladı; gazeteleri kapattı, habercileri cezaevine gönderdi; beş kişinin yan yana gelerek dolaşmasına yasak getirdi; 19 Mayıs törenlerinin yapılmasını bile yasakladı; mektup ve telgraflara sansür koydu; üniversiteleri kapattı vs... Ancak olaylar hiç durulmadı.” (Soner Yalçın-Hürriyet, 05.09.2010)
Sonuç... Demokrasi tarihi vesayeti tekrar ele geçiren askerler tarafından kana bulandı!
* * *
Tüm Müslümanlara hayırlı bayramlar diliyorum.

Haberin Devamı

Not: “Evet”çiler arasında ilk kez HSYK hakkında teknik bir analizi dünkü Milliyet’te Taha Akyol yaptı. Kendisine çok teşekkür ederim.

Yazarın Tüm Yazıları