BENİM "güven esasına" dayanarak kurduğum uluslararası ilişkiler prensibim şöyle:
"Hemen her ülkenin kendini bir eksene bağlamak zorunda hissettiği bir dünyada, dünyanın 21. yüzyılın eşiğinde yeniden paylaşma kavgası verdiği bir dönemde, dönemin karşılıklı bağımlılık (interdependence) ilkesini herkese ama herkese dayattığı bir gerçeklikte herkes, herkes ile temas içinde olacaktır; ama herkes ’öteki’ ile kendi ait olduğu eksenin perspektifini inkár etmeden ilişki kurmak durumundadır."
Bu prensibe göre hem her ülke istediği ülkeyle ilişki kuracaktır, hem de karşılıklı bağımlılık ilkesi çerçevesinde ülkeler, üçüncü ülkelerle kuracakları ilişkilerde ait oldukları eksenin perspektifini göz ardı etmeyecektir.
Bu prensibin hem yanlış, hem de doğru uygulanmasına en iyi örnek Irak’tır.
* * *
TBMM’nin 1 Mart Tezkeresi’ne "hayır" demesinde hiçbir yanlış yoktur. Yanlış "stratejik ortak" addedilen ABD’ye tutarsız mesaj verilmesidir. ABD’ye, Irak’a kuzeyden ve Türkiye üzerinden girebileceğine dair yönlendirme verilmiş, ABD buna dayanarak hazırlık yapmış, hatta bu ülkeyle yapılan anlaşma çerçevesinde ABD’den Türkiye lehine büyük tavizler koparılmış, ancak 1 Mart günü TBMM ters karar vermiştir.
Bu duruma "TBMM demokratik hakkını kullanmıştır" diye kulp takılamaz. Bugün en ufak aykırı hareketinde üyelerini partiye ihanet etmekle suçlayan AKP’nin bu kadar hassas bir konuda "ne yapalım demokrasi var" deme hakkı yoktur.
Nitekim, AKP sözünü tutmadığını, tutarsız davrandığını, güven erozyonuna uğradığını pekálá anlamıştır ki, aynı tezkere birkaç ay sonra, hiçbir işe yaramasa da TBMM’den geçirilmiştir.
Hatta ardından zorla koparılan bir randevuyla ABD’ye gidilip, "stratejik ortaklık" tek taraflı olarak tüm dünyaya ilan edilmiştir.
Bu dönemde Türkiye bir dediği bir dediğini tutmayan ve büyük çapta "güven erozyonu"na uğrayan bir görüntü vermiştir.
Irak meselesinde hükümete "tutarsız davranışını" düzeltmesi için en büyük fırsatı ise ABD’nin Irak’ta dirlik ve düzen kurma konusunda işleri yüzüne gözüne bulaştırması vermiştir.
ABD, Irak’a "çaylak askerleri" ile hákim olamayınca yavaş yavaş tekrar Türkiye’ye yönelmek zorunda kalmıştır.
İşte bu dönemi Türkiye akıllı ve doğru değerlendirmektedir!
* * *
Türkiye "yeni dönemde" Irak’a kendi çıkarlarıyla stratejik ortağının çıkarlarını mümkün olduğunca pekiştirerek bakmaya başlamıştır.
Hükümet, Irak’taki "kırmızı çizgilerin" kazınırcasına silindiğini; ama ABD’nin de Irak’ta bataklığa saplandığını, bataklığın illa ki Türkiye’ye de bulaşabileceğini; bütün bunların birleşimi olarak da Irak’ta ABD ile ortak ama aktif davranması gerektiğini çözmüştür.
Büyükelçi Osman Korutürk’ün Irak Koordinatörlüğüile başlayan ve şimdiki Irak Koordinatörü Oğuz Çelikkol ile devam eden yeni dönemde Türkiye’nin Irak’ta çok aktif, yapıcı ve stratejik ortakları ile uyumlu bir siyaset geliştirdiğine şahit oluyoruz.
Hükümetin Irak’taki seçimlere Sünni unsurların da katılımını sağlayan girişimi, Talabani ne derse desin Caferi’yi, ardından Sadr’ı Türkiye’ye davet etmesi doğru ve ait olduğu eksenin çıkarlarıyla paralellik arz eden eylemlerdir.
Hele hele, Abdullah Gül’ün "Irak anayasasından çıkan tüm sonuçları kabul edeceğiz" mealli sözü, Kuzey Irak realitesinin kabulü olarak anlaşılır ki, bu gerçekçi ve ülke için radikal bir adımdır.