FETHULLAH Gülen; belki Türkiye’ye giremiyor ama Avrupa Birliği’nin Parlamentosu’na giriyor!
Gönderdiği ve genellikle TSK’nın siyasete karıştığı gerekçesi ile eleştirildiği salonda okunan mesajında da; TSK’nın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olmadığını söyledi, tersine yüce Atatürk’ün gösterdiği yolda ‘muasırlaşma’ uğruna gösterdiği gayretleri övdü!
Yumurtaya can veren Allah’ım!
* * *
Hafta sonu; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Bahçeşehir Üniversitesi, Leuven Katolik Üniversitesi ve Avrupa Parlamentosu’nun ortaklaşa tertip ettikleri ve ‘Türkiye’nin AB Üyeliği Sürecinde: Kültür, Kimlik ve Din’ konulu konferansı iki gün sabah 09.00’dan akşam 19.00’a dek nefessiz ve salonu akşam saatlerinde dahi tıka basa dolu tutan yüzlerce insanla birlikte takip ederken, bana hakim olan düşünce, yukarıda ifade ettiğim gözlemler çerçevesinde aynen şöyle idi:
Türkiye baş döndürücü bir hızla değişiyor. İçinde bulunduğumuz geminin aklımızdan çok daha hızlı hareket etmesi hepimizi altüst ediyor!
Bu baş döndürücü değişimi beğenip beğenmemekte serbestsiniz, ama değişimin hızını kavramakta aciz kaldığınızı kabul etmek zorundasınız.
* * *
Anormal bir hızda gelişen değişim çerçevesinde konferansta ifade edilen görüşleri hazmetmeye çalışırken mideme ağrılar girmeye başladı.
Türkiye 17 Aralık’ta müzakere tarihi alacak amadaha önce de vurguladığım gibi bu ‘evet’te ‘ama’lar o kadar fazla olacak ki, Türkiye birbirine girecek!
Uzun ve dikenli yolculuk esasen 17 Aralık’tan sonra başlayacak!
Neden?
Bu kadar hızlı değişen dünya konjonktürü karşısında Avrupalılar da; aydını, akademisyeni, gazeteci ve siyasetçisi ile en az bizim kadar şaşkınlar!
17 Aralık’ta gerçekleşecek nişan töreni katiyen bir aşk birleşmesideğildir. Tarihin dünyaya yüklediğibir dayatmadır!
Verilecek karar ‘olumsuzluğun olumlulaştırılmasıdır’!
* * *
AB; Türkiye gibi nüfusu, dini, coğrafyası, örf ve adetleri, kişi başına milli geliri, üretimdeki zaafları, ekonomisindeki kırılgan yapısı, köylülüğünün yarattığı akıl almaz zihni (psişik) ve faaliyet (kinetik) yavaşlığı ve içindeki örnekleri (Türk işçiler) ile daha evvel hiç kendinden saymadığı, hep uzaktan baktığı, hep şüphe ile karşıladığı, hep ‘öteki’ addettiği bir ülkeyi sadece ve sadece ‘dışlamanın’ maliyetinin ‘içlemekten’ çok daha fazla olduğunun farkında olduğu için kabullenecek!
* * *
Konuşmacılar ve tartışmacılar AB ile Türkiye’nin kültürel alanda, kimlik meselesinde, tarihi gelişimde, dinsel yaklaşımda biribirlerine ne kadar benzediklerini anlatmakta o kadar zorlandılar ki, ne kadar farklı olduğumuz ortaya çıktı.
Ortalama eğitimi 3.5 yıl olan bir ülkenin ortalama eğitimi 8-10 yıl olan bir kulübe üyeliğinin millet indinde zorluğunu bir kenara bırakın, aramızdaki en ‘entellerin’ en ufak eleştiriler karşısında gösterdikleri ‘duygusal’ tepki bana ‘Bırakın üyeliği, müzakereleri nasıl götüreceğimize’ dair sorular sordurdu.
Türkiye eninde sonunda AB üyesi olacak, bunu çok ama çok istiyorum.
Türkiye Avrupalı olacak mı, işte bu sorunun cevabını bilmiyorum!