BU köşeyi takip edenler bilirler. AKP’nin olumlu icraatını savunur, olumsuz bulduklarımı ise eleştiririm. Bir ben-i adem olarak bazen yanlış, bazen doğru yaparım.
Ama değişmeyen bir kural vardır.
AKP’nin hukuki haklarını kurulduğu günden beri savundum.
Bir partinin/kişinin görüşlerini savunmak ile haklarını savunmayı ayırt edemeyen necip Türk milleti de beni taraflarına göre ya yere göğe koyamazlar, ya da yerden yere vururlar.
* * *
Seçim öncesi ve sonrası sancılı dönemde Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığını hep savundum. "367"ye açık karşı çıktım. 22 Temmuz öncesi TBMM’ye cumhurbaşkanı seçimi günü girmeyen DYP ve ANAVATAN’a ateş püskürdüm. 27 Nisan’da doğrudan Abdullah Gül’ü hedef alan Genelkurmay açıklamasına aynı sabah bir TV kanalında "Bu bir muhtıradır" diyen ilk kişi Mehmet Ali Birand’a göre ben oldum.
22 Temmuz sonrası kendi gazetemde dahi birçok arkadaşım, Abdullah Gül’ü adaylığı konusunda sağduyuya davet ederken ben adaylığını demokratik hakkı olarak savundum.
Zira bana göre milli irade, ilk hakkı Recep Tayyip Erdoğan’a vermiş idi, o bu hakkı kullanmadığına göre demokratik hak Abdullah Gül’e geçiyordu.
* * *
Ancak, Abdullah Gül’ü bazı konularda ama bana göre en fazla hassasiyet göstermesi gereken akçeli konularda anlamıyorum.
06.11.2007, 11.11.2007, 8.01.2008 tarihlerinde Cumhurbaşkanlığı’nın tadilat bütçesini, şehit ailelerine bağışlamaya söz verdiği halde bir türlü veremediği takı paralarını sorgulayan yazılar yazdım. 08.11.2007 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’nın bir sürü soruyu cevaplamayan yazısını kelimesine dokunmadan yayınladım.
Bazı yazarlar da Cumhurbaşkanı’nın Suudi Kralı’nın Ankara ziyaretinde ne gibi hediyeler verdiğini sorguluyorlar. Onlara da bir türlü tatminkár cevap verilmiyor.
Meğerse, "soruların soruluş şekli"ne Cumhurbaşkanı içerliyormuş.
2) Cumhurbaşkanı soruların soruluş tarzına çok içerlemiş. Bu şekilde bir soru karşısında Cumhurbaşkanlığı’nın hediyeleri açıklamasının Cumhurbaşkanlığı makamının düzeyini ve ağırlığını olumsuz etkileyeceğini düşünüyor.
Ve şimdi kulağıma fısıldanan en önemli maddeye geliyorum:
-Örneğin bir milletvekili ya da parti grubu Meclis’te bir soru önergesi verse, o zaman düzeyli bir açıklamanın gereği ortaya çıkar.
(...) Bu elbette bir görüş. (...) Benim çıkardığım özet bu." (Hürriyet-21.01.2008)
* * *
Daha önce yardım edeceği şehitlerin adlarını teker teker açıklayan Cumhurbaşkanlığı, daha sonra hayır işinde bilanço çıkarmayı da "şık" bulmamıştı!
Şimdi de Cumhurbaşkanı soruların soruluş tarzına içerlemiş. Ben "hediye" konusunda sık sık yazı yazan Mehmet Y.Yılmaz’ın tüm yazılarını okudum. Yılların gazetecisinin hangi yazısında "tarz yanlışı" yaptığını katiyen anlayamadım.
Cumhurbaşkanı, hangi yetki veya hak ile yazarları "şık" olmayan, "soru sormasını bilmeyen" yazarlar olarak ayırt edebiliyor?
Ben de hálá merak ediyorum: Zorunlu tamirat işleri için % 64 artırılan tadilat bütçesinde yer alan 18.7 milyon YTL’lik (yaklaşık 16 milyon dolar-C.Ü.) bütçeden bugüne kadar hangi işler için ne kadar para harcandı, kimlere, hangi kurallar ile hangi işler verildi?
Bu soruları da muhalefete mi sordurayım ki Cumhurbaşkanı içerlemesin?