Çatlı'nın çantası

ADALETE teslim edilen Çatlı'nın Çantası Pandora'nın kutusu gibi bir şey. İçinde ne olduğunu merak ediyoruz.

Çantada bulunduğu söylenen fotoğraflarda görüldüğü üzere; Çatlı ile ‘tesadüfen’ fotoğraf çektirmiş olan emekli komutanlar çantadan çıkan en anlamlı belgeler.

Şimdi Susurluk Kazası çevresinde ortaya dökülen bilgiler ile ilgili olarak ikinci evreyi yaşıyoruz.

İlk evre ‘Bu işlerle devletin alakası yok’ mealli açıklamaların egemen olduğu bir evre idi.

İkinci evrede ‘biz onları (eski ülkücüleri) kullandığımızda temiz idiler, sonradan bozuldular’ mealli açıklamaların egemen olduğu bir evreye girdik.

Bu açıklamalara göre devlet Çatlı'ları, Çakıcı'ları kullanıyor ama onlar sonradan zıvanadan çıkıp kötü yola düşüyorlar.

Yoksa başta temiz çocuklar!

* * *

İkinci evrede ifade edilen ters mantığa en doğru cevabı 03.10.2004 tarihinde Sabah Gazetesi'nde yazdığı ‘Tersten Tarih’ başlıklı yazısı ile Umur Talu verdi.

Talu belgeliyor ki:

‘Kafa karıştırıcı, tarihi, kronolojiyi altüst edici beyanlara karşın, ‘olay sıralaması’ şudur. (İstanbul DGM Başsavcılığı, 30 Ocak 1997, Fezleke):

‘Abdullah Çatlı; 27.1.1977 tarihinde polise ateş açmaktan arandığı;

11.7.1978’de Ankara’da Doçent Bedrettin Cömert’in öldürülmesi olayının faili olarak hakkında gıyabi tutuklama kararı verildiği;

9.10.1978 tarihinde Ankara Bahçelievler’de 7 TİP üyesinin öldürülmesiyle ilgili olarak gıyabi tevkif müzekkeresi ile arandığı'...’

12 Eylül sonrası devlet ‘çocukları’ kullanmaya karar verdiğinde, örneğin Abdullah Çatlı, devletin aradığı bir zanlı imiş.

Devlet bir yandan arıyor, bir yandan kullanıyormuş!

* * *

Radikal Gazatesi'nde 26.08.2004 tarihinde yazdığı özlü yazıda Avni Özgürel MHP'nin 12 Eylül sonrası nasıl partililerin elinden alınıp devlet tarafından kullanıldığını yazdı.

Ben de 30.08.2004 tarihinde yazdığım yazıda Kenan Evren'in 1982 yılında Abdullah Çatlı ile görüşüp görüşmediğini sormuştum.

Kenan Evren soruyu kendisine yönlendiren gazeteciye:

‘Ben görüşmedim. MİT'te çalışan kızım görüşmüş olabilir ama benim haberim yok’ mealli bir cevap vermişti.

* * *

Bu cevabı ile Evren kendisini aklıyordu ama aynı zamanda:

MİT'in aranan bir zanlı ile devletin yetkili organlarının haberi ve izni olmadan, kendi kendine karar vererek, hatta belki de Adalet Bakanlığı zanlıyı hálá arıyor iken görüştüğünü ima ediyordu.

- O dönemde Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren aynı zamanda MGK'nın başkanıdır!

Sanırım; şapkalar adım adım düştükçe bir dönemin ‘kel’ini açık seçik görmeye başlayacağız.

Gözüken her kel Türkiye'nin şeffaflığa ne kadar yaklaştığının resmidir.
Yazarın Tüm Yazıları