(ÖNEMLİ NOT: Bu yazı Brüksel Zirvesi sona ermeden yazılmıştır.)
Önce bir gerçeği kavrayalım.
Brüksel’den eli boş dönen AKP hükümeti önce Güney Kıbrıs’ı tanımayarak ‘gururumuzu’ kurtardığı için kutlanabilir. Hatta hükümet göklere dahi çıkarılabilir.
Sonra...
Sonra statüko, hükümetin ‘memleketi satmayı göze aldığı halde Brüksel’den eli boş döndüğünü ilan eder’ ve çeşitli bahanelerle hükümeti yıpratma süreci başlar.
Baştan beri iddia ediyorum; AB’den kopacak hükümet partisi AKP en geç 2005 ilkbaharında bölünür ve ülkeyi yeni bir seçime götürecek teknokrat hükümet kurulur.
Haklı olarak sorulacaktır. Tersten sorarsak:
Güney Kıbrıs’ı tanıyan hükümet ayakta kalır mı?
Tabii ki, o durumda da hükümet ayakta kalamaz!
* * *
Öte yandan şu soruyu da sormak lazım: Peki AB, Türkiye’yi tamamen dışlayabilir mi? 11/9 sonrası yeniden şekillenen dünyada AB, Türkiye’yi dışarıda bırakabilir mi?
Bu sorunun da cevabı: Hayır!
AB; Hıristiyan dünya ile Müslüman dünyayı tamamen ayrıştıracak bir kararı alamaz.
* * *
Peki ne olacak?
Meseleyi kilit isim çözecek.
Şu anda dünyanın geleceğini bir kişi şekillendirebilir: Kofi Annan!
Pekálá, Kofi Annan ‘Kıbrıs meselesini’, Türkiye’ye Güney Kıbrıs’ı tanımak için verilen süre içinde, yani 3 Ekim 2005’e dek çözmeyi taahhüt edebilir.
Bu süre içinde Kofi Annan zaten mükellef olduğu üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) ‘referandum sonrası raporu’nu verir ve KKTC’nin lehine kararlar çıkarıp, doğrudan tanınmasa dahi, diğer ülkeler açısından KKTC ile ticareti ve turizmi artıracak, yatırımları teşvik edecek yolları açar.
Eğer Türkiye, ‘yeni BMGK kararına’ bağlılık şartı ile Güney Kıbrıs’ı 3 Ekim 2005 itibarıyla tanımayı bugün taahhüt eden bir söz verirse, o tarihten sonraki dönemde KKTC’nin Güney Kıbrıs ile birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturacağı yeni Annan Planı tekrar gündeme gelir.
* * *
Öte yandan; serbest dolaşıma kalıcı sınırlama, bir kural ve dayatma haline gelemez.
AB ruhu emeğin,sermayenin,mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı üzerine kuruludur. Zaten hedef budur.
Öte yandan, AB üyeliği sürecinde Türkiye’ye akacak yatırımlar emeğin büyük çapta ülkede istihdamını sağlayacaktır. Portekiz, İspanya ve Polonya bu süreci aynen böyle yaşadı, yaşıyor.
Ancak, AB’nin elini kolunu bağlayan daha önemli bir kısıt var.
AB nüfus yapısı hızla yaşlanıyor. Yaşlı nüfusun maliyetini finanse etmek ve öte yandan üretimi devam ettirmek için AB genç emek gücüne muhtaç.
Nüfusunun yüzde 65’i 35 yaşın altında olan Türkiye’nin önüne, emeğin serbest dolaşımı açısından kalıcı sınırlama koymak, AB’nin kendi ipini kendisinin kesmesi anlamına gelir.