BİRİSİ 86, diğeri 57 yaşında. İkisi de erkek. Hayatlarında birbirlerini hiç görmediler.
Yaşlı olan, bir e-posta adresleri listesi yaratmış ve o listede yer alanlara sık sık çeşitli yerlerden edindiği fotoğrafları yolluyor. 57 yaşında olan da bu listede yer alıyor. Gününün çok önemli bir bölümünü bilgisayar başında geçirdiği için 86 yaşında olanın yolladığı özenle seçilmiş fotoğrafları gün içinde arada bir göz atmaktan keyif alıyor. Fotoğraflar onu günlük hayattan bir nebze olsun koparıp başka bir áleme taşıyor, káh dinlendiriyor, káh hülyalara daldırıyor, ama muhakkak aksi suratına bir an olsun taze bir tebessüm konduruyor.
* * *
57’lik olan bir anda içinden geldiği için, bir gün fotoğraf gönderen 86’lığa, bir e-posta yolluyor ve arada bir ekranına düşen şahane fotoğraflar için teşekkür ediyor. Mektuba anında cevap geliyor. Karşılıklı telefon numaraları veriliyor. Arada bir telefon sohbetleri başlıyor.
86’lık, emekli bir matematik profesörü. Dünyanın hemen her ülkesinde, ABD’nin önemli üniversitelerinde dersler vermiş. Hanımı ile dünyayı dolaşmış. 57’lik kısa sürede anlıyor ki karşısındaki, bu ülkede yetişen nadir beyinlerden birisi. Hemen her konuda bilgi ve görgü sahibi. Her şeyin ötesinde 86 yaşında hálá pırıl pırıl çalışan bir beyni var.
* * *
57’lik de epey zamandır bu dünyada, o da dağarcığında belirli bir birikim olduğunu düşünür. Nobran ve zaman zaman ukaladır. Ancak, giderek bu telefonların büyüsüne kapılıyor. 86’lık bir süre aramadığında veya fotoğraf göndermeyi kestiğinde telaşlanıp telefon ediyor ve hal hatır soruyor.
Zira, 57’lik fark ediyor ki, 86’lık ona hálá hayatta öğreneceği şeyler olduğunu gösteriyor. Emekli profesör, belki de farkına varmadan, 57’liğe ders veriyor.
Verdiği dersin adı "hayat dersi"!
Büyük bir tecrübe ve o tecrübeyi muhteşem beyniyle damla damla damıtan bir adam, kürsüde derslerine devam ediyor.
57’lik öğrenci de onu büyük bir keyifle dinliyor.
Örneğin adam, bir gün sade ve doğal bir sesle yıllar önce kanser olan oğlunu kurtarmak için nasıl mücadele verdiğini, ama maalesef sonunda kurtaramadığını anlatıyor.
Anlatırken sesinde belki bir tutam hüzün olabilir, ama anlatış biçimi bir travmayı anlatır gibi değil, hayatın bir parçasını, doğal bir olguyu anlatır gibi. Yağan yağmuru, esen rüzgárı anlatır gibi!
Dinleyenin elinde değil, dinlerken ağlıyor, ağladığını karşı tarafa hissettirmemek için kendisini kontrol etmeye çalışıyor, ama anlatan sakin bir sesle konuşuyor.
* * *
Bir diğer konuşmada, 86’lık artık kolay kolay dışarı çıkamadığını söylüyor. 57’lik grip mi olduğunu sorguluyor. 86’lık, aynen gribe atfedilecek bir sadelikte, karısının Alzheimer olduğunu, 6 aylık bebekten bir farkı kalmadığını söylüyor. Yatalak hanımına refakat ettiği için artık evden pek çıkamıyormuş. Bu haberi de sanki hafif üşütmüş de onu söylüyormuş gibi veriyor. Sonra dalıyor, hanımı ile zamanında yaptığı şahane seyahatlerden, yaşadığı tatlı günlerden dem vuruyor.
57’liğin yine yüreği burkuluyor. 86’lık ise sakin ve hatta sanki huzurlu. O gündelik hayatını anlatıyor. Sesinde ne bir şikáyet, ne bir serzeniş, ne bir isyan tonu var.
Son konuşmada hanımındaki kötü gelişmeleri anlattıktan sonra durdu ve aniden, "Hayat yine de güzel, hem de çok güzel!" deyiverdi.