BİR parlamento dönemi ardından hükümetin performansını irdelemeye devam ediyorum.
AKP ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın zor günlerinde yanında bulunmuş ve Müslüman çoğunluklu bir ülkede 17 Aralık öncesi sergilediği liberal-demokrat politikalara açık destek vermiş bir kişi olmama rağmen son dönemde hükümete açık muhalefet yapıyorum. Neden? Dün yazdım. Başbakan’ın esasen iki temel konuda toplumu yanıltması beni çok etkiliyor da ondan!
Başbakan; beklentimin tersine adalet sahibi ve yolsuzlukların üzerine gidebilen bir lider olamadı!
* * *
Benim hükümette ama önemle Başbakan’da gördüğüm ve 17 Aralık sonrası sendromu olarak adlandırdığım sorunlar şunlar:
1) Çok açık bir şekilde vizyon kaybı var.
Artık R.T. Erdoğan’ın herhangi bir konuda rotasını kestiremiyorum.
2) Meşruiyetini aldığı düşüncesi ile 17 Aralık sonrası popülist politikalara yöneldi. Ancak, bu politikalar da ciddi değil. Hükümet imam hatipler, Kuran kursları ve türban konusunda kalıcı, çözüm getirici hiçbir adım atmıyor, sadece salvo atıyor.
Taban (Milli Görüş) ile tavan (devlet) arasında bocalayıp duruyor!
3) Ezici çoğunluğa sahip tek parti iktidarı olmasına rağmen çelişen politikaları, istisnalar dışında, istikrar ortamı yaratma konusunda uluslararası sermayeyi ikna edemiyor, güven veremiyor. Ülke hálá uluslararası yatırımları çekemiyor, bunun sonucunda da istihdam bir türlü artmıyor.
4) Bürokraside atamalar ‘benden olsun, taştan olsun’ şiarı ile yapılıyor. Bürokraside kalite her geçen gün düşüyor. Eski bürokratlarla büyük kopmalar yaşanıyor. ‘Vekalet’ kavramı hiç bu kadar iğfal edilmemişti.
5) Dış politikanın ne olduğunu çözmek mümkün değil. Hükümet, çapsız danışmanların peşi sıra ülkenin nereye gittiğinin kestirilemediği bir ortamda bocalayıp duruyor. Bir yandan stratejik derinlik adı altında sözüm ona bir politika ile Müslüman ülkelere göz kırpılırken, ABD’ye de sanki hiçbir şey olmamış, hiçbir şey değişmemiş gibi bir hava verilmeye çalışılıyor.
Ortada, Dışişleri’nin sorumlu olmadığı bir kakofoni var.
* * *
6) Beni en çok rahatsız eden adil yönetim konusunda ise:
Başbakan, işine gelmediği zaman adaleti bir kenara bıraktığını ilk kez geçen yaz yaşanan hızlı tren kazası çerçevesinde ortaya çıkan tartışma sırasında gösterdi. Hızlı treni, tüm teknik itirazlara rağmen, ısrarla ve inatla hayata geçiren bizzat Başbakan olduğu halde, cinayet görünümlü kaza sonrası hiçbir sorumluluk yüklenmemesi, suçun çalışanlara atılarak geçiştirilmesi beni çok rahatsız etti.
Ayrıca, yazdığı kitapta intihal (aşırma) yaptığı iki üniversite tarafından tespit edilen, üstelik bu konuda bilinçli ve amaçlı ‘yanıltma’ yaptığı elimdeki mektubu ile ispat edilen Müsteşarı Ömer Dinçer’i savunması ise beni şaşkınlık ötesi duygulara sürükledi. Dinçer’in hálá Başbakanlık Müsteşarı olarak göreve devam edebilmesi Başbakan’ın hukuk nosyonunun sadece karşıtları için işlediğini gösteriyor.
‘Benden aşırmayan müsteşar bin yaşasın!’
* * *
Yarın yolsuzluk konusunda zaaflarını ve Başbakan’ın yönetim modelini irdeleyeceğim!