GAZETECİNİN asli görevi muhalefet yapmaktır. 4. kuvvet olarak hükümetlerin yakın takipçisi olmak, demokrasilerin ana motoru olan denetleme ve dengeleme görevi açısından çok önemlidir.
Tabii ki; gazeteci insaflı olmak zorundadır. Yalan söylememeli, yanlışında ısrar etmemeli, hele hele değil hakaret etmek, kimseyi rencide dahi etmemelidir.
Eleştirdiği siyasinin de bu eleştirilere cevap vermek en büyük hakkıdır; gazeteler cevap hakkını sadece siyasilere değil, hakkında haber veya yorum yapılan herkese tanımak zorundadır. Bu açıdan bakıldığında bir gazeteci olarak Fehmi Koru’nun Başbakan’ı eleştirmek sadece hakkı değil aynı zamanda da görevidir.
Koru’nun, "Obama gibi geldi, Bush gibi oldu" sözleri, bir gözlemi ve hatta belki de geç kalmış bir nazireyi yansıtmaktadır. Başbakan’ın da bu eleştiriye cevap vermek hakkıdır.
* * *
Ancak...
Başbakan’ın cevap verirken kullandığı, "Sevsinler seni, yazıklar olsun" sözlerini anlamak ve hazmetmek mümkün değildir, mümkün olmamalıdır. Zira, bu sözler eleştiriye cevap olmaktan çok muhatabı aşağılayan, hatta azarlayan sözlerdir.
"Sevsinler seni..." sözü haddini bilmeyen, bulunduğu mevki ve seviyeyi aşan, boynundan büyük işlere girişen kişiler için onlara haddini bildirmek, yerini ve mevkiini hatırlatmak, kişiyi incitmek amacıyla kullanılır.
"Yazıklar olsun..." sözünü ise kişi büyük emek verdiği, çok yardımcı olduğu, büyük imkánlar sağladığı halde kendisine vefasızlık eden kişiye karşı kullanır.
Yerini bulduğunda bu söz incitici olmaktan çok ders veren bir söz olur.
Başbakan, aralarında nasıl bir ilişki var ki Fehmi Koru’yu vefasızlıkla suçluyor, ben bilmiyorum ama yine de ayıp ettiğini düşünüyorum.
Zira, bu sözler apaçık "Beni eleştiremezsin" anlamına gelmektedir, zira Koru, Başbakan’a ne hakaret ediyor, ne de bir ayıbını yüzüne vuruyor, sadece eleştiri hakkını kullanıyor.
Başbakan’ı yadırgamamak mümkün değil!
* * *
Ancak, ben Fehmi Koru’nun bu acı sözlere gösterdiği tepkiyi de çok yadırgadım.
Başbakan bir süre önce Aydın Doğan’a kızıp bizler için, "Senin maaşlı köşe yazarların, silahşorların var... Benim yok" dediğinde Doğan Grubu’nda çalışan hemen tüm köşe yazarları bu hakarete çok ağır cevaplar vermişlerdi. Ben köşemde Başbakan’a, "Recep Tayyip Erdoğan! Değil Başbakan,padişah olsan dahi Aydın Doğan’ın gazetelerinde çalışan köşe yazarlarına hakaret edemezsin. Evet, biz Aydın Doğan’ın gazetelerinin maaşlı köşe yazarlarıyız ama asla silahşorları değiliz. Bildiğin somut bir olay varsa, isim ver" diyerek seslenmiştim. ("Başbakan, bize hakaret edemezsin"-09.08.08)
* * *
Ben, Fehmi Koru’dan da sadece insani nedenlerle benzer bir tepki bekledim. Halbuki o, "Ben siyaset adamını eleştirebiliyorsam, ona da beni eleştirme hakkını veriyorum demektir... Bunun tersi, yıllardır kaçındığım bir ilişki tarzıdır zaten" (Yeni Şafak-09.11.08) diyerek Başbakan’ın tepkisindeki incitici, hatta azarlayan tarzı görmezlikten geliyor.
TRT’deki "Politik Açılım" programında verdiği tepkide ise Fehmi Koru’nun, Erdoğan’ın sözlerini anlayışla karşılayabildiğini dahi görüyoruz:
"Herkesin belli üslubu var. Tayyip Erdoğan’ın üslubu bu. Bu üslubun arkasında bizleri olağanüstü rahatsız edici bir şey aramamak lazım."
Ben şimdi Başbakan’ın, Fehmi Koru’ya neden "Yazıklar olsun..." dediğini basbayağı merak etmeye başladım.