Belli ki, yalnızlık Allah’ın kullarına uyguladığı imtihanlardan birisi. Hatta imtihanda nasılsa çakacak kullara "Bana özenemezsiniz!" diyerek haddini bildirmenin bizzat kendisi.
Her geçen gün hız kazanarak ilerleyen yaşla birlikte yalnızlığı kendim seçer hale geliyor veya öyle zannediyorum. İnsanlarla her geçen gün daha zor uzlaşabiliyorum.
Sosyal ilişkilerden uzaklaşmayı "damıtılmış birseçicilik" olarak takdim etmeyi, bırakın başkalarını, bizzat "kendi"me karşı deniyorum ama bayramlarda bu bahaneyi ben dahi yutmuyorum.
Yalnızlık Allah’a mahsustur ve O’nun kulları için yaratılmamıştır!
* * *
Bir kedi evin içinde çekildiği bir köşede veya yağmurdan kaçtığı bir saçak altında yalnız kalmayı tercih edebilir, hatta yakın bir gözlem yalnızlığın onun fıtratında olduğunu destekler ama insan yalnızlığı tercih etmez, olsa olsa yalnızlığa duçar olur!
İnsanın fıtratında yalnızlık yoktur. İnsan; ama sevişmek ama dövüşmek, ama dertleşmek ama itişmek, ama paylaşmak ama aşırmak, ama üretmek ama tüketmek için mutlaka bir başkasına ihtiyaç duyar.
Yalnızlık hiç mi özlenmez? Özlenir tabii!
Ancak, yalnızlık kalabalığın ortasında özlenir.
Yalnızlık yalnızlığın ortasında özlenmez.
Yalnızlık tatil yöresi gibi bir yerdir, bazen gidilir, görülür, hatta keyfi çıkarılır ama mutlaka geri dönülür.
En güzel tatil yöresinden olduğu gibi yalnızlıktan da bıkılır.
Peki, kalabalıklar arasında yalnızlık hissedilmez mi?
Hem de nasıl hissedilir! Yalnızlığın en beteri de bu türüdür.
"Yalnız-yalnızlık"ta efkarlanmak serbesttir, yalnızlığınızı istediğiniz tonda haykırma olanağınız vardır ama "kalabalık-yalnızlık"ta kendinizi tıklım tıklım dolu bir belediye otobüsünde sıkışıp kalmış gibi hissedersiniz. İnsanlar bedeninize sarılmış, nefesleriyle boğazınızdan içeri dahi girmişlerdir ama siz fena halde yalnızsınızdır.
Üstelik, efkár dağıtmak, yalnızlığınızı haykırmak, insanları itip otobüsten inmek mümkün değildir. En azından kaderinize razı olarak bir sonraki durağı beklemek zorundasınızdır.
* * *
Ben "yalnız-yalnızlık"tan çok korkuyorum. Çok ürküyorum. Çok sıkılıyorum.
Ancak, "kalabalık-yalnızlık"tan nefret ediyorum.
Kalabalığın ortasında, herkesin birbirini sığ zihnine paslı çivi ile çakılmış "şablon" sayesinde "bizden mi, onlardan mı!" boyutunda kavradığı/basit bir aidiyete zorladığı bir ortamda "hiçbir taraftan olmadığını" anlatamamak dünyanın en zor işidir.
Kalabalık ortasında yalnızlığını haykıramamak, yapayalnız iken ağzını doldura doldura "Ben yalnızım!" diye bağırmaktan bin kat, on bin kat zor bir iştir.
* * *
İtişmekten, aşırmaktan, üfürmekten bıktığımız bir dünyada bayramlar vaha ortasında bir pınar gibi insanları susuzluklarını gidermek için paylaşmaya davet ediyorlar.
Keşke hem "yalnız-yalnızlık", hem de "kalabalık-yalnızlık" hiç olmasa!