ARTIK bayramlarda, özel günlerde siyaset yazmıyorum. Zira, giderek siyasetten kopuyorum. Bana Ankara’daki siyasilerin eylemleri değil, medyada siyaseti takip eden ve eleştirenlerin sığlığı son zamanlarda daha fazla batıyor.
Ben aklımdaki gündemi takip ederek siyaset yazmayı seviyorum. Ama son zamanlarda güncel olan üzerine yapılan tartışmalar, bazı köşe yazarlarının kayıkçı kavgası yaparak görev ifa ettikleri duygusu veriyor.
Münakaşalar çok düşük bir seviyede yapılınca o konularda yazmayı hiç istemiyorum.
* * *
Bana göre, son zamanlarda yorumlanmaya en fazla ihtiyaç duyulması gereken iç gelişme ‘Fethullah Gülen röportajlarıdır’.
Milliyet’te yayımlanan ve son dönemin en büyük gazetecilik başarısı olduğunu düşündüğüm Mehmet Gündem’in yaptığı röportajın yayını sona erince bu konuda birkaç yazı yazacağım.
Ama, şimdilik sadece ve sadece bayram var! Evvel emirde kutlu olsun!
* * *
Bayramlar bana iki duygu veriyor:
1) Çocukluğumu gözüm yaşaracak kadar çok özlüyorum.
2) Yalnızlığımın farkına beter varıyorum.
* * *
Birinci konuda Hürriyet-İK Gazetesi’nde ısrarla yazdığım için bu bayram yalnızlığı irdelemek istiyorum.
Bayramlar yalnızlığımın beter farkına varmama vesile oluyor!
Bu sözü hemen açmam lazım. Bir nebze olsun bir araya gelebildiğimiz için bayramlar diğer zamanlarda ne kadar yalnız olduğumu yüzüme vuruyor.
Geçen bayram yazdım, ‘bip bip tebriklerine’ hiç ama hiç ısınamadım, kimseye cevap vermiyorum.
Ama, benim çevremde nadir yapılan ev ziyaretleri ve en önemlisi oturduğum mahallede çocukların hálá ‘el öpmeye’ gelmeleri beni sevindiriyor, bir o kadar da yalnızlığı yüzüme vuruyor.
Ben ev ziyaretlerinin, sadece bayramlarda değil her zaman yapıldığı, sokakların çocuklarla kaynadığı dönemde büyüdüm.
Şimdi görüşmediğim arkadaşlar ve aralarında benimkinin de bulunduğu arabalara terk edilmiş sokaklarla birlikte yaşıyorum.
Bir arkadaşımı özlemeyi, ona bir hediye almayı, sadece yanında yürüyebilmek için bir kızı düşünmeyi ne zaman terk ettim, hatırlamıyorum bile.
Çiçek Pasajı’nda, cebimizdeki yol parasını da ‘yolluk biraya’ yatırdıktan sonra üç arkadaş Taksim ile okulun bulunduğu Bebek arasındaki yolu güle oynaya yürürken aldığım keyfi neden artık lüks lokantalarda pahalı içkiler içerken alamadığımı sorgulamayı da ne zaman bıraktım, onu da hatırlamıyorum.
Şairin hasta yatağında ‘İsterse su olmasın, yeter ki birisi su yok desin’ mealli sözleri neden yazdığı da artık sanki umurumda değil.
Sevgilime bir şiir okurken değil de, kimsenin birbiriyle konuşmadığı bir odada bir ‘kurgu şov’a veya 227. bölümü yayınlanan dizide olanlara sözüm ona diğerlerine hissettirmeden ağlamayı da kendime yakıştırır oldum.
Yazın bir arkadaşımın ölüm haberi geldiğinde aklıma gelen ve cevabını katiyen hatırlayamadığım ilk sorunun ‘acaba en son ne zaman görüşmüştük?’ olmasından da galiba utanmadım.