1) Kişi suçu sabit görülene dek masumdur. 2) Genel iddialar ancak somut delillerle beslenirse anlam kazanır. Peki basın özgürlüğü nedir?
Ekrandan böğürenler, utanmadan ve sıkılmadan hiç seyredilmeyen Cine 5’ten beslenenler, hiçbir fikri derinliği olmadığı için ona buna bulaşanlar, artiz gibi soyunanlar, dönekliği cukkaya çevirdiği için mecburi tavır alanlar, zırcahil olduklarını gizlemeye çalışanlar, benlikleri şişe şişe davula dönenler, “dava”da döneklikte sınır tanımadıklarını kendilerine hatırlattığı için Yalçın’a gıcık olanlar, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a şapka çıkardıktan sonra sıranın sivil vesayete şapka çıkarmaya geldiğini düşünenler, bana da sövmüştü diye tepinerek rol kapanlar ile ilgili hiçbir görüşüm yok. Zira, onların söylediklerinin/yazdıklarının herhangi bir fikirsel değeri yok!
Ancak, Gülay Göktürk’ü ciddiye alıyorum. Basın özgürlüğü tartışmasında onun bir makalesi dikkatimi çekti. (Bugün-18.02.2011) Makalesinde Göktürk şu doğru noktalara parmak basıyor: “1) Bir tiyatrocu, heykeltıraş ya da ressam aynı zamanda iflah olmaz bir dolandırıcı olabilir. 2) ...gerçek bir ifade özgürlüğü darbeciliği savunmayı da içermelidir. Bir insan parlamenter demokratik düzenin Türkiye’ye hayır getirmeyeceğine, bu ülkenin ancak ordu vesayetinde ilerleyebileceğine inanıyorsa bunu yazılarında dile getirebilmelidir. 3) Eğer Soner Yalçın, darbeci yayın çizgisi yüzünden yargılanırsa ben kendi adıma bunu basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olarak kabul eder ve karşı çıkarım.”
Ancak Göktürk aynı zamanda diyor ki:... 1) “Soner Yalçın’ın yayın çizgisini biliyoruz. Bu kişinin darbeci olduğu, yayın çizgisinin de yargılanan darbecileri kurtarmak, davaları saptırmak ve Türkiye’nin askeri vesayetten kurtulma sürecini baltalamak üzerine kurulduğu herkesin malumu.” Bir yazarın şahsi görüşlerini herkese mal etmesini (genellemesini) düşünce ahlakı açısından çok yadırgıyorum. Göktürk hangi sistematiğe/ölçüme dayanarak genelleme yapma hakkını kendisinde buluyor? Neden genele sığınma ihtiyacı duyuyor? 2) Ardından Gülay Göktürk şu soruyu soruyor: “Peki ya (Soner Yalçın’ın) Ergenekon’la organik bağlantısı ortaya çıkarsa?” Organik bağlantı! Bu terimin hukukta ne anlama geldiğini çözemiyorum. Herhalde “tabii bağ” demek istiyor. Bunu da tam anlamıyorum. Silivri davaları ile tabii bağı (sevgi/akraba/dost/duygusal/onay vb. ) olan bir sürü insan var ve onlar hukuk önünde katiyen suçlu değil. Halbuki AİHM’nin tutuklamayı makul gören ölçüsü şu: “AİHM’nin makul kuşku ölçütü ‘Nesnel (objektif-C.Ü.) bir gözlemciyi, kişinin suçu işlediğine ikna edecek olguların ya da bilginin bulunması’. Burada önemli olan, bu olguların somut verilere dayandırılması.” (Rıza Türmen-Milliyet-21.02.2011) AİHM somut olgu, bilgi veya veriyi esas alıyor. Halbuki şu ana dek elimizde suçlama ile ilgili ancak şu genelgeçer bilgiler var: Dijital doküman içeriklerinde yeni medya kuruluşlarının kurulması gerektiği, mevcut medyanın da gündem yaratacak haberler yapması lüzumu. Bazı gazetecilerin isimleri. Gündemle ilgili olarak, Mısır olayları ile ilgili kitap yazılması isteği. Bazılarının Fethullah Gülen cemaati ile ilgili yaptığı haberler ve kitaplar. Ayrıca “Terör örgütüne üye olmak”, “Devletin güvenliğine ait gizli belgeleri temin etmek ve yayınlamak”, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek”ten bahsediliyor. Gülay; bu soyut iddiaların suç oluşturmadığını sen yazında zaten açıkça ifade ediyorsun. Bu iddialarda bırakın somut delili, “organik bağ” bile yok.
Sevgili Gülay; örgütsel bağ gibi muallak bir kavram yerine ortaya somut olgu, bilgi, veri çıktığı an davanın sonunu seninle birlikte beklemeye hazır olacağım. Genel iddialar ancak somut delillerle beslenirse anlam kazanır!