İNSAN zihni iki boyutta çalışır. Bir boyutta esasında benimsenmemiş ama itibar edilmesi gereken bilgi ve onun yönlendirdiği tepkiler yer alır, diğer bir boyutta ise hazmedilmiş, benimsenmiş, beyne nakşedilmiş bilgi ve onun yönlendirdiği tepkiler yer alır.
Hazmedilmemiş bilgi de insana nasıl davranması, neyi söylemesi gerektiğini emreder, ama içten değildir. Zira, insan zihninin haritasını hazmedilmiş bilgi yönlendirir. Örneğin, bir koca, karısı için sağda solda çok saygılı ifadeler kullanmasına rağmen evde ufacık bir çatışmada hanımına “Başlatma ulan karı...” diye sesleniyorsa, hazmedilmemiş bilgi birinci tavrını belirler. Benimsenmiş bilgi, daha doğrusu zihin haritası da evdeki sözlerini yönlendirir. * * * Başbakan bir konuşma yapıyor ve aynı konuşmada önce şöyle diyor: “Türkiye’de sizin dönemlerinizde olduğu gibi hava puslanmayacak. Bugün olan normalleşmedir, suyun yatağını bulmasıdır. İşleyen demokrasiden, hukuktan kimseye zarar gelmez. Korkulması gereken demokrasinin, hukukun işlemesi değil işlemez hale gelmesidir.” Konuşmanın bir başka bölümü ise şöyle: “(Köşe yazarları) Öyle çirkin yorumlar getiriyorlar ki akla hayale gelmez şeyler... Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarı, hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin. Niye, çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok... Buna biz de müsaade etmeyiz... Köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiğin zaman da feryat etmeye hakkın yok.” Aynı Başbakan önce demokrasiden, normalleşmeden dem vuruyor. Sonra da kendini eleştiren yazarların patronlarına dükkânın kapısını göstermesini bildiriyor. * * * Başbakan’ın demokrasiden, hak hukuktan bahseden sözleri benimsenmemiş öğretiyi, daha doğrusu kendinden bekleneni karşılama güdüsünü yansıtıyor. Başbakan’ın köşe yazarlarını maaşları kadar konuşmaları gereken yaratıklar olarak gören sözleri ise onun benimsenmiş öğretisini yansıtıyor. Başbakan’ın zihin yapısına göre her ortamda bir mutlak güç var ve insanlar arasında ilişki tebliğ eden ile tebellüğ eden arasında kurulu. Tebellüğ edenin itiraz hakkı katiyen yok, dolayısı ile, hâşâ huzurdan, mutlak gücün eleştirilmesi söz konusu değil. Mutlak güç zaten hayırsever yapısı ile çevresindekilere “bahşeder”, onlar da bahşedilen karşısında (örnek: maaş) mutlak güce karşı şükran duygusuna kapılırlar. Ancak, asıl olan mutlak gücün beklentilerinin karşılanmasıdır. Nitekim, Başbakan “lütfederek” belirli mevkilere getirdiği bakanlara, müsteşarlara, genel müdürlere “Benim bakanım, müsteşarım, v.b.” söylemi ile sahiplenir, hatta gerekli görürse de rahatça azarlar. Başbakan ile yalaka basın arasında da “hayırsever” mutlak güç ve durumdan vazife çıkararak gördüğü hayra şükreden tabiyet ilişkisi vardır. * * * Ben ha bire “askeri vesayet”ten kurtulmaya çalışan Türkiye’nin demokrasiye değil, “sivil vesayet”e yelken açtığını söylüyorum. Ne demek istediğimi benden iyi anlatan Başbakan’a şükranlarımı sunarım!