Cüneyt Ülsever: Anadolu'nun güzel insanları

Cüneyt ÜLSEVER
Haberin Devamı

Kanal 7 Televizyonu için hazırlamakta olduğum bir program gereği hafta sonunu Kahramanmaraş ilimizde geçirdim. Yeraltı canavarının kişiliğimi teslim alan korkuları üstümde, aklım İstanbul'da ailemde ve göz kapaklarımın ardına yerleşmiş felaket görüntüleri ile ulaştım bu ilimize.

İlk andan itibaren fark ettim ki, Marmara'daki felakete kendi canı yanmışçasına kan ağlayan bu ilimizde, iğneli fıçı haline dönen yüreğim yıkanmaktadır!

İnsanlığı, İstanbul'un aksak sokaklarında, önce duygularından, sonra hafızasından silen benliğim bir sevgi seli içinde şaşkındır. Ben ne zaman Anadolu'ya gitsem, adına ‘‘insanlık’’ denen kavram ile bir daha, bir daha tanışıyorum!

Hepimizin zihinlerinde umut sıfırı tükettiğinde, çaresizlik kimliğimiz haline geldiğinde, yarın yok olduğu anda, ben Kahramanmaraş'ta umudu, umarı, yarını tekrar, ucundan da olsa, yakalamanın duygu fırtınası içinde yazıyorum bu satırları.

* * *

Evet, Anadolu insanı tarihin tozlu yollarından aşırıp binbir zorlukla bugüne getirdiği gelenekleri ile paylaşmayı bilen, gönülden seven ve nefret eden, komşunu değil tanımamak, onunla gülen ve ağlayan yapısını bize rağmen korumak ve kollamakta ısrarlı.

Anadolu bu hasletleri ile güzel. Ancak, bana Anadolu'dan yükselen senfoni sesini, binlercesi her köşeye dağılmış, adına müteşebbis dediğimiz, bizim İstanbul'da patron kavramı ile karıştırdığımız orkestra şefleri duyuruyor. Ben Anadolu'yu onlarla daha çok seviyorum.

Merkezi yapının hantal edilgenliği, İstanbul'un, Ankara üzerinden alacağı puanları hesaplayarak, mesai yapan rantiyer benliği ruhumdan umudun son zerresini de kovarken Anadolu'nun bu gerçek müteşebbis insanları hiç olmazsa ruhuma ‘‘Gelecek günler var daha’’ diyerek statükoya aldırmamayı salık veriyor.

Ben geleneğin üzerine çoksesliliği inşa eden gerçek bir orkestra şefi ile Kahramanmaraş'ta karşılaştım: Mado Dondurmaları!

Bu işletmenin başında Mehmet Kambur, üniversite mezunu kardeşleri ve kıymetli mesai arkadaşaları var. 1850'de dedelerinin başlattığı gelenek şimdi bu insanların sayesinde sanayi olmuş, fabrikaya dönüşmüş, bu yetmemiş gıda sektöründe yaratılan ilk milli franchise (zincir) sistemi ile Türkiye, Romanya, Arabistan'da toplam 75 adet satış noktasına dönüşmüş. Sizlerin Bağdat Caddesi'nde, Yeşilköy'de, Beylerbeyi'nde, Bodrum'da ve nice satış mağazalarında afiyetle yediğiniz nefis dondurmaları bu insanlar dedelerinden devir aldıkları dövme makinelerini sanayi makineleri ile devşirerek üretiyorlar. İşletme bu ilde Tedaş'tan sonra en fazla vergiyi ödüyor. Ama, Mehmet Kambur hálá müteşebbis olarak, üretici olarak kalma inadını sürdürüyor. Mehmet Kambur, namı diğer ‘‘dondurmacı’’ -zira halk onu böyle tanıyor- ve mühendis kardeşleri önlerinde önlük, sabah 10.00'dan sabaha karşı 3.00'e kadar- inanın zerre kadar abartmıyorum- tezgahta külah dondurma satıyorlar.

* * *

Mercedes'ten inmemesi, koruma duvarından ulaşılamaması gereken ‘‘dondurmacı’’, o tam kapasite gülen yüzü ile, tezgahta halka doğrudan satış yapıyor! Bu arada da köydeki süt üreticisinden, zincirin son halkasına kadar tam 5.000 kişiye ekmek sağlayan fabrika gürül gürül çalışıyor.

Kambur'a devleti sordum. ‘‘Allah gani gani rahmet eylesin, bu şehri iki ucunda fabrikalar ile donatan Özal'dır’’ dedi. Gerisi dedim, ‘‘Geçiniz’’ dedi. Dondurmacının devletten tek isteği gölge etmemeleri.

Bu şehir simgesi Erol Kamer abisi ile, çağdaş kavuklusu Mehmet Bilal Hocası ile güzel.

Ancak, benim dondurmacı dostumdan ricam, etüdüne başladığı şekilde, bize yüzlerce zinciri ile ‘‘ekmek köfte’’ satan ‘‘elin Amerikalısı'na’’, kısa sürede yüzlerce zinciri ile dondurma satması.



Yazarın Tüm Yazıları