YALE Üniversitesi Rektörü (President) Richard C. Levin “iktisadi kalkınma” ile “eğitim” arasındaki ilişkiyi irdelediği makalesinde Batı kültürünün önemle eleştirel düşünmeyi, Doğu’nun ise muhteva hâkimiyetini-bilgiyi ezberlemeyi (Foreign Policy-Mayıs-Haziran 2010-s. 53-75) teşvik ettiğini vurguluyor.
Ben de dün yazdım. Bizim de içinde olduğumuz Doğu kültürü, genellikle imana-sorgulanamaz muhtevaya hâkim olmaya çalışarak kanaatlerin oluştuğu bir kültür. Batı’da ise sorgulanabilen bilgi ve o bilgiye dayanan gerekçeler ışığında eleştirel düşünce üzerinden kanaat oluşturuluyor. * * * Dünkü makalemde Cengiz Çandar’ın bir yazısını örnek olarak kullandım. (Radikal-30 Nisan 2010) Bu yazısında Çandar kulaktan duyduğu bilgiye dayanarak, hiçbir somut gerekçe göstermeden, Finli devlet adamı Marti Ahtisaari’nin Gareth Jenkins’in “Ergenekon Raporu”nu nasıl yargıladığını yazıyor ve bizi sorgusuz imana davet ediyordu. Cengiz Çandar yazımın yayınlandığı gün (4 Mayıs 2010) Ahmet Davutoğlu hakkında yazdığı methiyede de şöyle diyor: “...Ahmet Davutoğlu, bugün Türkiye’nin Dışişleri Bakanı. Çok bilgili, çok düşünen, çok araştıran, çok çalışan ve üretken bir insan. Cumhuriyet tarihimizin en çarpıcı Dışişleri Bakanı.” (Radikal) Cengiz Çandar eğer “Cumhuriyet tarihimizin en çarpıcı Dışişleri Bakanı”nı bilgiye dayanan eleştirel akıl ile seçmeye kalksaydı tüm Cumhuriyet tarihinin dış politikası üzerine çalışması, çok güçlü gerekçelerle, belki de ortaya bir kitap koyması gerekirdi. Bunun yerine köşe yazısında Çandar yine imana dayanan kanaat edinme yöntemini seçmiş, bizim de kanaatini tebellüğ ederek iman etmemizi beklemiş. * * * Engin Ardıç da Sami Selçuk’u değerlendirdiği yazısında şunları yazıyor (Sabah-29 Nisan 2010): “Sami Selçuk, diğer maddelere itiraz etmiyor ama (Anayasa değişikliği teklifindeki ünlü) üç maddeyi beğenmemiş... Sami Selçuk gibi bir adamın bile, ‘kendi kastının, yani kendi çevresinin, kendi zümresinin, kendi sınıfının çıkarları ve ayrıcalıkları tehlikeye girdiği zaman’ hemen böyle bir tavır takınıvermesi son derece üzücüdür.. siz de ‘Ankaralı’ çıktınız Selçuk Bey...” Ben yazısında Engin Ardıç’ın Sami Selçuk’a ünlü “üç madde” nedeni ile kızdığını anladım ama hangi somut gerekçelerle kızdığını anlayamadım. Üstelik, Selçuk’un “beğenmediği” “üç maddeyi” Ardıç hangi gerekçelerle savunuyor, hiç çözemedim. Kaldı ki, Sami Selçuk son yazısında (Star-04 Mayıs 2010) açık/seçik gerekçeler vererek “1982 Anayasası meşru değil, kaldırılmalı” diye yazıyor, bugün devam edecek. * * * Son örneğim ise Başbakan’nın peşinden Anayasa Mahkemesi’nin AKP hakkındaki kararının meşru olmadığı gerekçesi ile yeri göğü inletenlerle ilgili (Örnek: Mümtaz’er Türköne, Mehmet Metiner): “TÜBİTAK’ın, Danıştay’a yönelik silahlı saldırının kamera görüntülerinin silindiğini tespit etmesi, AK Parti’yi ‘laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı olduğu’ yolundaki Anayasa Mahkemesi kararı konusunda hareketlendirdi. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti hakkındaki gerekçeli kararında ‘partinin odak sayılma’ nedenleri arasında Danıştay saldırısı bulunmuyor. Tam tersine AK Parti ile şiddet bağı olduğu iddiası reddediliyor.” (Milliyet-web: 02.05.2010) Başbakan’ın sözlerine iman edenler Mahkeme’nin “AKP kararını” okuyup kanaatlerini pekiştirecek somut gerekçeleri arama ihtiyacını hiç duymamışlar! “Durmuşlar divana, uymuşlar imama!”